"Programı kapatma zamanımız gelmiş. Zaman kavramı sizin için neyi ifade ediyor bilmiyorum. Benim takvimle aram oldum olası iyi değildir. Geçen yıllara özlem duymakla ya da geleceği düşlerken bugünü kaçırmakla ilgili kaygılarım vardır. En güzeli, şu dakika, şu saniye olmalı. Ama bugün sizler için bir hikâye seçerken, farkında olmadan "bugün" olmayan bir şeye özenirken buldum kendimi. Katıksız sevgi, belki hiçbir insanın diline dolanmamış, ağızlarda kirlenmemiş bir aşka olan özlem... Var mı hala bir insanın özlemiyle seneler geçirenler? Özenirken buldum kendimi. Hikâyeyi duyduktan sonra sizlerin neler hissedeceğini de merak ediyorum. Sizlere hiçbir zaman bana yazın, mesaj atın gibi bir şey demedim ama bana yazılanları eksiksiz bir şekilde okuduğumu bilin...
Yirmi altıncı yaşımın son dakikalarını sizinle geçirdiğim için mutluyum. Umarım siz de olmak istediğiniz yerde, yanınızda olmasını istediğiniz insanlarla berabersinizdir. Özendiğim bir aşkı, özendiğim bir müzikle misafir edeceğim. Göksel Baktagir'in Hayal Gibi albümünün kapısını aralayalım beraber. Bu gece, Yağmur'un Sesi'ni Masum Aşk eşliğinde dinleyeceksiniz."
*
Ben seni kaç sene sevmek isterim biliyor musun?
Dedem, son kez gözlerini yumduğunda yaşı doksan sekizdi. Zaman onun bedenini, doğduğu ana geri döndürecek kadar ufaltmıştı. Bazı şeyler hafızasından silinmeye başlamış; damaklarında yaşıyor olmanın tatsızlığı kalmıştı. Çok sevdiği sıklamenler bile artık onu mutlu etmiyordu. Dili ağırlaşmışsa da her derin nefes alışında inandığı Allah'ı anmadan duramazdı. Ama ben içten içe aldığı her nefeste cehennem ateşini tattığını bilirdim. Tenine de gözlerine de küçücük benekler musallat olmuştu. Fersizdi gözbebekleri. Dedem yaşadıkça mutsuzlaşan bir insandı. Beni severdi. Gözlerime bakıp dalar giderdi. Bilirdim gözlerimde neyi gördüğünü.
Bir bayram sabahı babam onun elini öptüğünde "Beni neden bu kadar çok yaşattın Allah'ım?" diye ağlamıştı. Ninemi hiç görmedim. Dedem, sevdiği kadından yirmi sene ayrı kaldıktan sonra, büyük bir mutlulukla ölmüştü. Öldüğünde, hepimiz, bütün çocukları, torunları başucundaydık. Hepimize tek tek bakıp gülerek örtmüştü gözlerini. Bir elini babam, diğerini annem tutuyordu. Dedemden hiç tanımadığım o kadına selam söylemesini istemişlerdi. Dedemi hiç o kadar mutlu görmemiştim. O, mutlu bir ölüydü.
Yaşayan bir mutsuzluktansa, ölü bir mutluluk kulağa ne kadar da çekici geliyor sevgilim.
Şimdi sen yanımda yoksun ya, bu ne kadar sakat, ne kadar felçli, ne kadar ölümü arzulatan bir aşktır biliyor musun? Biz seninle yaşayan bir mutsuzluğun iki parçasıyız. Yan yana gelebileceğimiz bir açık hava; bizi altında buluşturacak bir gökyüzü, yeşertebileceğimiz bir toprak ve boy vereceğimiz bir su yok. Bizi alacak bir toprak da yok.
Oysa ben seni mutsuzluğa bulanmış dallarımla yirmi sene de olsa beklerdim. Senin de kâinatın herhangi bir yerinde ellerinde biraz ıstırap biraz da huzursuzlukla bana hiç yiyemeyeceğim yemekler yaptığını bilir; senin için sıklamenler yeşertirdim. Onları her gün aşkla sular, mor bir çiçek dünyaya gözlerini açtığı zaman, sen bana mektup yazmışsın gibi sevinirdim. Gözlerimde yaşlarla okurdum satırlarını. Sonra göklere bakardım; sanki sen beni bekliyormuşsun gibi; çünkü dedem, yukarılardan bir yerlerden gözlendiğine inanırdı. Kendince yanlış bir şey yaparsa, yüzünü göğe döner ve af dilerdi ondan. O göğe bakınca ben de katılırdım ona. Bir bulut seçerdim kendime. İşte, ninemin o bulutta yaşadığına inanırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?