"Boşuna camdan dışarı bakıp durma. O yağmur dinse bile çimlerde oturtmam seni. Deli gibi öksürüyorsun zaten."
Baha'nın dediğine aldırmadan yağmur dinsin diye camdan dışarı bakıp duran ve sanki gözleriyle görmediği bir varlığa dua eden Rüya canı sıkılarak önündeki bardağa iki elini birden uzattı. Hem bardaktan avuçlarına akacak sıcağa ihtiyaç duyuyordu hem de temiz havada nefes almaya. Aslında oturdukları öğrenci kantininde ders çalışmaya çalışan ya da sadece kuru gürültü yaratan öğrencileri kıskanıyordu. Bu yüzden kıskançlığıyla kavrulmaktansa bahçede öğrencilere özenmeyi tercih ederdi. Ama bir haftadır üzerine yapışan bir soğuk algınlığı ile geçmeyen öksürüğü evlere şenlikti. Yine de kurs için geldiği okulda, ders öncesi Baha'nın yanında oyalanmayı seviyordu.
"Annenle hala konuşmuyor musun?"
"Hüseyin beş dakika da olsa uğrayamaz mı yanımıza? Onu da görseydim."
Kızın lafı değiştiren haline gülüp cevap verdi Baha.
"Hayatta gelemez. Söyleşi karşı tarafta ve söyleşinin bütün getir götürüyle o ilgileniyor. Yağmur'u evden alıp salona da o taşıyor. Eee annenle konuşmuyor musun hala?"
"Sen de kulüpteydin sanki. Ben engel olmuyorum inşallah sana."
"Ben Hüseyin kadar çırpınmıyorum ki kulüp için. Genel okuyucuyum ben, onlar yazıyor da. Eee annenle hala konuşmuyor musun?"
"Yağmur dediğin şu radyocu çocuk değil mi?"
Bu kez Baha kıza cevap vermeyip gülmekten uzak bir yüzle baktı ona. Sonunda Rüya kaçamayacağını anlayıp dudaklarını bir çocuk gibi büzdü. Gözlerini büyüttü. Sonra kirpiklerini savura savura kırptı onları. Baha'nın "Şebeklik yapma." demesiyle oflayarak cevap verdi.
"Aslında insan hayatı için zorunlu konuşma cümlelerini kurmaya başlamıştım. Ama sonra Gülsüm Hanım bana bir güzel ayar çekti. Vay efendim adam orada keyif mi yapıyormuş... Karısını, kızını özlemiş ben neden kadir kıymet bilmiyormuşum... El çocukları varmış ömründe baba yüzü görmeyen. Baba diye toprağı seven çocuklar varmış ben neden şükretmesini bilmiyormuşum... Yani zorla bozuyorlar ağzımı Baha. Bırak konuşmayayım daha iyi."
"Gerçekten böyle mi dedi?"
"Fazlasını dedi ama benim bünyem bir yerden sonrasını almadı. Ama cidden üzülmüyorum artık. Kabul ettim."
Baha kıza şüpheyle bakınca hatta bakışlarına bir parça üzüntü de eklenince kız güldü. "Hem insanın değiştiremediği şeyler karşısında devamlı ağlayıp üzülmesi bir şey ifade eder mi sence... Bence etmez."
Böyle söyledi Rüya. Sonra yeniden camdan dışarı baktı. Bu kez yüzünde baktığı yönde başka bir şey gören bir insanın ifadesi vardı. Arda'nın evinden çıkıp işe yürüdüğü sabahın köründe adamın evine geldiği için bir parça pişman olmuştu. Öyle bir samimiyetleri yokken adamın evine gitmesi ne büyük cesaretti... Demek ki gece öyle fena olmuştu, öyle düşünemez hale gelmişti ki başka zaman olsa yapmayacağı bir şey yapmıştı. Ama bir de şu vardı ki, geceye dair tek bir kötü an yoktu hafızasında. Evde olsaydım ne olurdu diye düşünmüştü kız. Annesiyle kavga etmenin ötesinde yatağında sabaha kadar kendi kendisine sinir krizlerine girip ağlamak dışında bir şey olmazdı. Roman'a gitse... O zaman da bir yatağa büzülüp sessizce ağlardı... Oysa Arda'nın yanında böyle olmamıştı. Bir yabancının yanında ağladığına inanamaz haldeyken nedense aklına güldüğü zamanlar gelmişti. Bir de Arda'nın kendisine dair anlattıkları vardı ki, "yurtdışına meyve gönderen" baba mükemmelliği sanki Arda'ya da ait bir şey değildi... Hem onundu, hem de değildi. Ya da Arda hem o mükemmel babanın varlığına hem de yokluğuna sahip gibiydi. Sanki biraz kendisi gibiydi... Sonra bir şey daha vardı ki; o evden çıktığı günün üzerinden altı gün geçmişti ve altı gün boyunca spor salonuna düzenli olarak gelen adam, kahve içmeden evine gitmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?