Merhaba!
Önce bana huzur veren bir şarkı bırakayım buraya. Belki siz de onda huzur bulursunuz.Yann Tiersen, Deja Loin dinleyelim mi?
Şimdi birazcık konuşmak istiyorum.
Huyum değildir buradan sayfa açıp konuşmak ama sizinle yazışmayı özledim. Biraz da bundan sonra ne olacağını bilmememin verdiği gariplik, 3 buçuk yıllık bir serüvene nokta koymanın kekremsi tadı var üzerimde. Vedaları kim sevmiş ki ben seveyim? Duygusalım, anlatabiliyor muyum?
Ağustos ayında 43. bölümü sizlerle paylaştığımda final yapacağımı duyurmuştum. Açıkçası finali yazmak neden bu kadar uzun sürdü, bilmiyorum. Yakın bir dostum evlendi, önce onun telaşına düştüm. Misafir ağırladım, biraz gezdim tozdum derken eylül başladığında bölümün bazı kısımlarını tamamlayabildim. Hızlı yazdığımı bilirsiniz ama son bölümde klavyedeki harflere basmak bile öyle zor geldi ki... Boya'nın finalini de zor yazmıştım, bunu hatırlıyorum ama Çocuk Ruhum beni daha çok zorladı. Çünkü Boya'dan bağımsız olarak ele alabilsek de aslında ikisi bir bütündü ve ben bu iki hikayeye üç yılımı verdim. İkisini birden kapamanın zorluğudur belki bu.
Üç yıl. İnsan insana bile bunca zaman ayırmazken, ben Boya ve Çocuk Ruhum'a, geceli gündüzlü üç yıl verdim. İşten çıkıp eve geldim, yazdım. Uyku gözümden akıyordu, bölüm arası çok uzadı dedim, yazdım. Tatile gidecektim, gitmeden bölüm yetişsin dedim, yazdım. Havaalanında beklerken yazdım, yanımda bilgisayar yoktu, bir hoşluk geçerdi içimden kağıda yazardım, telefona yazardım ama muhakkak yazardım. Yolum Kadıköy'den geçerdi, içim bir hoş olurdu. Karaköy'e gittiğimde muhakkak ara sokaklara girer, evleri seyrederdim. Çoğu kez yanımda olan arkadaşım neden her köşeye eblek eblek baktığımı bile anlamazdı.
Antalya'ya gittiğim zaman denize bir başka bakmaya başladım. Amasra gözümde güzelleşti, sakat sokak hayvanlarını daha çok sevmeye başladım, huzurevlerini ziyaret etmekten keyif alır oldum, müzisyenlere enstrümanlarıyla olan hikayelerini sormaya başladım, saksılarda gördüğüm çiçeklerin adlarını sormadan öğrenmeden geçmez oldum, müzik ve resim hakkında sayısız makale okudum, Floransa'da yürüdüğümden çok googlemapste yürüdüm, Utrecht'e taşınma arzusuyla doldum, son dönemeçte tıp fakültesinin katlarında geziyordum, işaret dili bilmezken youtube anasayfam işret dili videolarıyla doldu, az daha önünden geçtiğim radyo kanallarına girip "yayın odanızı görebilir miyim?" diyecekken bir de Warner Bros stüdyolarında sanal gezintilere çıktım.
Geçen hafta, sevdiğim bir arkadaşım bir sohbet içinde bana gay olduğunu söyledi. Bu mühim değil ama bunu dile dökene ve ailesine açıklayana kadar hissettiği şeyleri anlatırken ben çok ağladım. O şaşırdı, ben neden ağladığımı bile izah edemedim. Ama siz benim neden ağladığımı anlıyorsunuz, değil mi?
Bazen siz bir satır okudunuz, ben o satır için günlerimi verdim. Dolayısıyla "veda" dediğiniz zaman oturur herkesten önce ben ağlarım. Bir yerlerde "alt tarafı wattpad hikayesi" dendiği zaman insanlara hak veriyorum, neden böyle söylediklerini anlayabiliyorum ama ben öyle yazmadım. Kağıda yazar gibi yazdım. Yarın basılacakmış gibi özendim. Geriye dönüp baktığımda da hiç pişman olmadım. Her satırımın arkasındayım, yazdığım her şeyin kefiliyim. Bu yüzden gönlüm rahat, içim huzurla dolu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?