Elinde büyük bir bardakla yatak odasına girdi Yağmur. Dertop olmuş bedeniyle saatlerdir yattığı yerden kalkmayan Su'nun yanı başına bıraktı bardağı. Eğilip kızın ıslanmış yanağından öptü, bedenini onunkine yaslayarak kızı kendine çekti. "Hâlâ kurumadı mı göz pınarların?"
"Ck." Başka bir şey demedi Su. Yağmur'un gözü komodinde duran dijital saate kaydı. Evden çıkması lazımdı, işe geç kalıyordu. "Çıkmam lazım ama seni bu halde bırakırsam bütün gece içim içimi kemirecek. Ne olursun birazcık toparlan Umut. Aynı şeyleri bir kez daha söylememi ister misin?"
"Ck." Aynı şeyleri herkes, her an söyleyebilirdi. Söylenebilecek tüm cümleleri ezberlemişti kız.
"Çok acımasız bir dünyada yaşıyoruz. Hiç kimseye zararı yok dediğimiz şeyler birilerinin canını yakabiliyor ya da çıkarlarına ters düşüyor. Haksızlık evet ama oyunun kurallarını biz koymuyoruz."
"Kabullenemiyorum," dedi çatlak bir sesle kız. "Olmuyor. Sindiremiyorum. Birileri bin bir emekle yaptığımız bir şeyi zevkle, keyif duyarak yıkıp dökmüş gibi hissediyorum."
"Bebeğim ben her gece birileri seviyor diye birbirinden rezil şeyleri okumak zorunda kalıyorum. İş hayatı böyle bir şey."
Burnunu çekti kız. Yağmur hem haklı hem haksızdı. "Kanal değiştirmeseydin, istediğin şeyi okuyup istemediğini okumamak gibi bir tercih yapma şansın vardı Yağmur. Aynı şey değil..."
Kızın kolunu okşayan elini durdurdu adam. Daha düz bir sesle konuştu bu kez. "Aynı parayı yerel bir kanaldan alabilseydim iş değiştirmezdim Su. Hayat şartları diye bir şey var, tercih diyemiyoruz buna."
Güzel olan anlarda Umut, yoksa Su. İçini çekti kız. Yeni bir dalga yükseliyordu içinden. Anlamıyorsun, demek istedi adama. Belki de ağzından çıktı bu kelime, bilmiyordu zira gözleri yeniden yaşarmıştı. "Ben hiç para almasam da oynardım... Mesele bu değil, anlamıyorsun."
Bu kez gülmemek için kendisini güçlükle tuttu adam. "Sen zaten oradan aldığın parayla geçinmiyorsun ki Su. Senin sağlıklı atıştırmalıkların ve yağsız olsun diye yediğin kuru dana etin bile maaşından fazla ediyor. Sen dokuz yüz liraya havyar alıp da eve gelen birisin."
Elbette bunu ona söylemedi. Saate bir daha kaydı gözü. "Şöyle yapalım mı? Ben işe gidiyorum ve yanına refakatçi diye Mustafa'yı bırakıyorum. Ben dönene kadar ne kadar gözyaşın varsa tüket ve geldiğimde yepyeni bir başlangıç yapalım seninle. Böyle umutsuz olma, daha güzel iş imkanları çıkacak karşına. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum. Hem arayıp babanla konuşursan, eminim perde açmamış bir oyuna naklini yaptırır kolayca."
Yağmur konuştukça ağlama isteği arttı kızın. Yeni bir başlangıç ne demekti? Ne için umut besleyecekti? Ne naklinden bahsediyordu... Yeni bir oyun istemiyordu o. Ayaklarını heyecanlandıran çiftlikteki hizmetçiyi canlandırmak, süpürgesine aşık bir kadın olmak, farelerle dans etmek istiyordu. Aylardır hazırlandığı balerin olmak istiyordu o kadar. Birilerinin siyasi fikirlerinin altında hiçe sayılan bir sanat eserinin parçası olmak değil. Sanattan üstün bir şeylerin olduğunu bilmek ve birilerinin iki dudağının arasında ezilmek istemiyordu, o kadar.
"Umut... Üzme beni böyle..."
Gönülsüzce başını salladı kız. Mustafa sessiz bir dinleyici olmak için fazlasıyla güzeldi, Yağmur'dan bile güzeldi. Yatağın diğer ucunda yatan köpeği, eliyle nevresimi döverek yanına çağırması da bundandı. Yağmur bu kez alnından öptü kızı. Ayaklandı. Hızlı hızlı üzerini değiştirdi. Banyoya gitti. Saçına bir şeyler sürüyor olması muhtemeldi. Sonra parfüm sıktı, kokusunu duydu kız. Bu parfümü ona Milano'dan dönerken getirmişti. Burnunu çekti bir kez daha ve Yağmur montunu giymiş halde yatağa bir kez daha eğilip parmağıyla dudağına dokundu. "Dönerken sevdiğin şaraptan alırım, tamam mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
Narrativa generaleYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?