44: Ruhum Çocuk

27.1K 1K 2.1K
                                    







Bir neccar, bir dülger, bir de kalemkâr, bu dünyayı sil baştan yaratır.

*

*

*





Başını cama yaslayan genç kız, daha fazla dayanamayıp yazmasının bir ucuyla pencerenin orta yerindeki buğuyu silmek istedi. Yeltendi, alacalı yazmanın yeri, camın üzerinde dile gelip tiz bir ses çıkarana kadar zorladı onu. Sonra gözünün gördüğü çeperi puslu kılan lekenin pencerenin dışında olduğunu anlayıp yazmasını bıraktı. Neredeyse saat olmuştu ama tren hâlâ kıpırdamadan yerinde duruyordu. Gece çökmüştü, istasyon kalabalık değildi; karşıda görünen çöp tenekesinin üzerine siyah bir kedi çökmüş miskince yatıyordu. Çöp kutusundan aşağıya sarkıttığı kuyruğu usul usul sallanıyordu. Gözleriyle onu sevdi kız. Evlerinin arka bahçesinde beslediği kediler düştü aklına. Hani balkondan aşağıya atladı mı ayağına dolanan kediler... Sahi onları kim besleyecekti artık? "Kimse," dedi içindeki ses. "Senden başka kimse aşını onlarla paylaşmaz. Yalnız bıraktım yavrucakları da..."

Pişmanlık değilse de korku çöktü içine. Ya istedikleri, düşündükleri gibi olmazsa hiçbir şey? O zaman ne olurdu? Bir el öpmeden, bir hoşça kalın demeden çıkmışlardı evden, hiç oraya dönebilirler miydi?

Dönmek de istemezdi ki zaten; ölmeyi yeğ tutardı da gene dönmek istemezdi o eve. Kuyruk sallayan kediye baktıkça içine türlü çeşit korku dolmaya başladı. Bunu anlayınca derin bir nefes alıp elini karnına götürdü. Başını çevirip kompartımanın kapısına baktı. Nerede kalmıştı Hüseyin? Çıkıp baksa kaybolur muydu? Ya bulamazsa yeniden kompartımanı? Çıkmaya cesaret edemeyip iki eliyle birden karnını okşadı. Ne demişti ebe kadın? İki ya da üç haftalık olsa gerekti... Pek tezdi, pek erkendi, pek küçüktü ama hayatlarına taptaze bir çiçek olacaktı o. Kötü olan ne varsa geride bırakacak, tertemiz bir dünyaya gözünü açacaktı. Başka memlekette olacaklardı ama olsun, dedi içinden. Hüseyin olsun, bir de karnımdaki. Başka hiçbir şey istemem. Gözlerini tavana kaldırıp "Meryem ana kalbinin iyiliğini bizden esirgeme..." dedi. Sonra bu eski ve kaygı dolu alışkanlığı terk ederek "Rabbim!" dedi. "Ne olur sen bizim yanımızda ol." İşte tam da bu sırada açıldı kompartımanın dar kapısı. Ayşe yerinden sıçrarken Hüseyin içeri adım attı.

"Korkuttum mu?" dedi hemen. "Affedersin," demesine fırsat kalmadan, "Nerede kaldın?" dedi kız. Ürktüğü pek ince olan gözlerinin iri iri açılmasından belliydi.

"Çıkıp arayacaktım az daha."

"Memuru aradım vagonlar boyu. Onla konuştuktan sonra da iki lokma bir şey bulayım diye dolandım istasyonda."

Ayakucundaki çıkına uzandı bu kez kız. "Ekmek vardı ya yanımızda. Başka bir şey ne lazım..."

Ayakta durmayıp Ayşe'nin yanı başına çöktü Hüseyin. "Yavan yavan olmasın dedimdi."

"Yavan değil ki. Kaşkaval da var. İçine sokuvereyim mi ekmeğin? Elma da var istersen."

Kızın kucağındaki çıkını alıp yere geri bıraktı adam. Yüzü güldü. "Kendim için aramadım zaten Ayşe'm," dedi. "Tok benim karnım. Sen pek az yedin bugün. Öyle olmaz, iki insan kadar yemen lazım artık."

Bir utanma duygusu evvela ayak parmaklarına dokundu kızın. Ayaklarını sarktıkları koltukta üst üste getirdi. ayakları yere tam basmıyordu. O utanç ayaklarından yukarı doğru çıktıkça elleri de uyuşur gibi oldu. Belki bu kadar tezken dememeliydi Hüseyin'e. Hem ebe, birkaç hafta geçsin o zaman adam akıllı bir daha bakarız, dememiş miydi? Yine de gönlüne gelen yazı, gökyüzüne doğan güneşi nasıl esirgerdi Hüseyin'den? İki seneyi aşmıştı evleneli. Annesinden bugüne bugün bir tatlı söz işitmişliği yoktu. Buna bile alışmıştı da "Dölsüz gelin" sözünü almıyordu içi. Aslında bu bile eskisi kadar koymuyordu da, Hüseyin'in yüzü soluyordu bahsi geçtikçe. Başı eğiliyor, üzülüyordu adam. Nasıl canı çekiyordu baba olmayı yine de bir kaba söz demiyordu kendisine. Bundandı müjdeli haberi çok erken bile olsa, hatta ebe kadın kesin demese bile Hüseyin'den gizleyememesi. Hem zaten ondan başka kimi vardı ki? Yoktu, anası babası, kardeşi arkadaşı, her şeyi oydu.

Çocuk RuhumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin