39: Bir Şarkıdır Yaşamak

19.1K 957 920
                                    




ALTI AY SONRA, TEMMUZ

*

Çizdim kendi aklımca
Hayatın resmini
Bir şey aslında
Karıştırdım tüm renkleri
Hata yaptım tabi...

Herkes başka bir şeyden
Sakınmış kendini
Bazen yaşlı gözlerle
Kabullenmiş gerçekleri
Bazen memnun gibi...

Artık çok uzaklaştım
En çok da kendimden
Evden senden
Göçmen kuşlar gibi...

Çok geç kaldığım halde
Solmuş resimlerde
Kaç yıl geçmiş
Hâlâ güzel durur...

Küçükken çok inanmıştım
Eğer çok istersen
Her şey mümkün
İnanmak zor değil...

Hikâyem senle başlardı
Senle devam etsin
Beni seni inandır...

Kırımızı ve turuncu çizgilerin sıra sıra işlendiği, mandala desenli bir örtünün üzerinde tatlı bir uykuya daldığını anlayan Roman, bir eliyle gözünü ovaladı. Geldiklerinde boş olan düzlük kendilerinden başka insanları da taşımaya başlamış ve güneş, henüz o can alıcı renklere bürünmemişti. Gün batımına yaklaşıyorlarsa da, güneş yakıcılığını hiç yitirmemişti. Az ilerideki kalabalık bir grubun yanından müzik sesi geliyordu. Güzel bir şarkıydı çalan.

Çıplak gövdesi Bozcaada'daki beşinci gün biterken, istediği renklere yaklaşmış sayılırdı. Emre ile Baha'nın sınavı olmasa bir süre daha dönmezlerdi buradan ama "Olsun," dedi içinden. Rusya'ya gitmeden önce muhakkak bir tatil planı daha yaparlardı 1-A ile. Bedeninde öğleden kalma tuzla kendini iyice pişirdiğini anladığında, yanı başındaki güneş gözlüğüne uzanıp yavaşça sağına döndü. Dudakları tebessüm ederken, Irmak'ın derin bir uykuda olduğunu anladı. Saçları dağınık bir topuzdu. Polente Feneri'ne gelir gelmez, yatıp bikinisinin sırtını çözmüştü. Sol eli manzaraya dayanamayıp ortaparmağının tersiyle Irmak'ın ense kökünden bel çukuruna kadar bir kaydıraktan kayar gibi indi. Sonra bu kayışın tekrarını isteyen bir çocuk gibi hızla merdivenleri tırmanıp aynı yerden, tekrar aşağı kaydı. Irmak'ın kıpırtısı, kürek kemiklerinin hareket etmesine sebep oldu. "Ya Roman," dedi kızın nazlı sesi. O zaman boyluca kıza döndü Roman. "Daha uyuyacak mısın?" derken parmakları onun belinde duruyordu.

Evet demedi Irmak ama hayır da demedi. Başını döndürüp dudaklarını bir balık gibi kıpırdattı. Roman güldü bu haline, sonra yattığı yerden doğruldu. Sandığından da daha kalabalık olmuştu güneşin batışını bekleyen insanlar. Öyle güzeldi ki gün batımı, geldikleri için onlara kızamazdı. Bu, onların da burada günü batırdıkları dördüncü gündü. İlk gün buraya gelmedikleri için az üzülmemişti Irmak. Ama kaldıkları bağ evini öyle çok sevmişti ki, ilk akşamlarında, kendi elleriyle topladığı üzümleri yerken ve bağ evinin sahipleriyle oturdukları kalabalık masada yiyip içerken az mutlu değildi. Tabii bunda bağ evinin adının Irmak olmasının da etkisi vardı, biliyordu. "Adı Irmak olan bir yerin kötü olması mümkün mü Roman?" demişti o gece. Sırıtarak hatırladı bunu adam.

Sonra uyku sersemliğini üzerinden atar gibi salladı başını. Portatif soğutucularına uzandı eli. Yarısı bitmiş bir şişe şarapla bira arasında gidip geldi gözleri ve sonra şarabı seçti. Kadehle uğraşmadan şişeyi ağzına dikti. Büyük bir yudumu içine çektikten sonra, şarabın soğukluğuyla mest oldu, kendine geldi. İkinci yudumu öyle geçen içmedi. Yanaklarını şişirip sağına baktı. Mışıl mışıl uyuyor gibiydi Irmak. Yeniden uzandı kalktığı yere. Bedenini biraz daha aşağı kaydırıp kızın omuzunun üzerine ağzındaki şarabın birazını bıraktı. Kalanı yuttuktan sonra kızın omuzuna bıraktığı ve tuzla karışan şekerli şarabı oradan emdi. Bu kez Irmak'ın gülüşü doldu kulağına.

Çocuk RuhumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin