"Sana cevap vereceğim. Bütün sorularına cevap vereceğim.
Ama önce doğru soruları bulman gerek."*
"Çat kapı geldim böyle ama..." Yutkundu Emre. Bu saatte bir insanın kapısına dayanmak, hem de habersizce, pek de hoş olmayabilirdi. Ama haber vermek için de geçti saat. Hoş, 1-A'dan birinin kapısını çalmanın saati olmazdı ama nedense kapıyı açan Hüseyin olunca çekinmişti. Oysa, burası onun eviydi, elbette o açacaktı kapıyı. Yine de... "Baha'nın uyuyup uyumadığına emin olamadım. Arayıp uyandırmak da istemedim. En iyisi geçerken bir uğrayayım dedim."
"Niye açıklıyorsun?" dedi Hüseyin. Uykulu görünmüyordu. Aksine taze taze güller vardı yüzünde. "Gel içeri."
"Baha uyuyor mu?"
Salonun kapısına Emre'nin sesini duyunca yürüdü Baha. Onu görünce yalan değil, şaşırdı. Bir tereddütle baktı. Emre'nin gözlerindeki ışık Baha ile Hüseyin arasında gidip geldi. "Rahatsız etmedim, değil mi?" dedi. Hüseyin gülecek gibi olup tuttu kendisini. Baha utandı. "Ne rahatsızlığı, gelsene," derken sağ eli Emre'nin sırtına uzanmıştı ve Emre'nin telaşı sırtından bir sıra ter olmuş akıyordu.
"Çok sıcak, gece yarısı oldu hava daha da sıcakladı sanki. Ben de işten çıkınca biraz hızlı yürümüşüm, ter içinde kaldım."
"Ne bu telaşın?" dedi önce Baha. Salonda ama ayaktaydılar. Emre'nin yüzünde gelincikler görüyordu, yanakları kızarmıştı, neydendi bu hâl? "Sen iyi misin?" dedi önce Emre. Kafasındaki önemli konular sıralamasında bir karışıklık yaşıyordu, bu hali Baha'yı güldürdü.
Hüseyin girdi aralarına. "Çay koyayım mı size? Çayı bitirmiş miydin sen Baha? Ya da soğuk bir şey."
Ona dönüp "Soğuk," dedi Emre. Soğuk bir şey ne iyi olurdu. İçmek için değilse de başından aşağı dökmek için. "Sen uğraşma Hüseyin. Biz mutfağa geçelim Emre'yle."
Yalnız kalmak isteyip istemeyeceklerini anlamayan Hüseyin de geldi peşlerinden. "Bira?" dedi ve bu yemi bekleyen bir balık gibi "Harika olur," dedi Emre. Adı bile boğazını neşelendirmişti. Baha, çaya talim ederken iki şişe çıkarmıştı Hüseyin. Emre ve Baha otururken, o ayakta durmuştu.
"Otursana," demişti ona Baha. Emre şişeden koca bir yudum alıp gözlerini kısarak başını sallamıştı hemen. "Otur otur."
Bir yudum daha birasından alıp "Ben bir şey yaptım!" diye söze girdi sonra. "Hayırdır?" diyecek oldu Baha ama Emre anlatmaya nasıl da hevesliydi, müsaade etmedi sormasına.
"Akşamüstü gittim Bilge'ye evlilik teklif ettim."
Hüseyin'in gözler büyüdü. Bir dudağı aşağı yöneldi. "Vay be," dedi içinden ama Baha bir tepki vermedikçe ağzını açmadı.
Baha'nın sağ elinin parmakları, soldaki bandajın aşınan uçlarıyla oynuyordu. "Anlamadım," dedi önce. "Siz ayrı değil miydiniz?" Sorusuna düzelterek devam edecekken Emre heyecanla girdi cümlenin arasına. "Hayır, biz ayrı değildik ki. O şey yapmıştı, haklıydı da, sonra şey girdi araya, ben bekledim, sonunda şey yaptım işte."
Hüseyin'i bir gülme aldı. Eliyle ağzını örttü. "Pardon," dedi. Baha'nın bakışına daha çok gülecekken elini Emre'nin sırtına götürdü. "Ben tebrik ederim seni. Yani Bilge ne yaptı diyeceğim ama yüzünden okunana göre, o da kabul etmiş."
Hevesle başını salladı Emre. Hüseyin'le herkesten başka ya da herkesten öte bir yakınlığı yoktu. Ama Hüseyin'i severdi. Onun "şey" olacağına mümkün değil ihtimal vermezdi. Hele hele Baha'nın "şey" olmayacağına, olamayacağına, adını değiştirmek pahasına iddialara girer, hatalı çıkınca da oturur bir kenarda ağlardı ama hayat ona ağlayacak imkân tanımamıştı. Baha'nın iki dünya arasında gidip geldiği o anlarda, "şey" olmanın değersiz, kıymetsiz, hiçbir anlam ifade etmeyen bir hâl olduğuna kanaat getirmişti. Çünkü Baha, bildiği Baha'ydı. Yedi yaşından beri bildiği Baha. O "şeyi" öğrenmeden önce nasılsa, öğrendikten sonra da öyleydi. Ve yaşamasından daha önemli bir şey de yoktu. Yine de durup düşününce şaşırmıyor değildi. Sonra aklı da karışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?