&
➰
Uykumdan yine kabuslar içerisinde uyandığımda birkaç saniye boyunca soluklanmaya çalışıp yeniden anılarımda can bulan Daniel'in yüzünün aklımdan silinmesini beklerken adeta kan ter içerisinde kaldığımı farkettim.
Kalbim, sanki maraton koşmuşcasına hızla çarpmaya devam ederken üzerimdeki pijama takımı ıslanmış ve saçlarım yüzüme yapışmıştı.
Ellerim hızlıca başucumda duran gece lambasına uzandığında ışığı açar açmaz her zaman böyle zor anlar için komodinimde bulunan sürahideki suyun bittiğini farkettim ve derin bir nefes alıp yataktan çıktım.
Dudaklarımın titremesine engel olmak istercesine üzerlerine dişlerimi geçirdiğimde sürahiyi aldım ve odadan çıkıp merdivenlere doğru yöneldim.
Her gece, aralıksız olarak kabuslarımda Daniel'i görürdüm, bu yeni bir şey değildi. Başa çıkabilirdim. Tek yapmam gereken düşünmemekti. Ne olursa olsun aklımda canlanan o anıları düşünmemem ve kendime işkence etmemem gerekiyordu.
Mutfağa girdiğimde ışıkları yaktım ve aydınlığa alışmaya çalışan bakışlarımı yemek masasının üzerinde asılı olan saate doğru çevirdim.
Saatin 8 buçuğa yaklaştığını gördüğümde elimi alnıma yasladım ve derin bir nefes aldım.
Şu son birkaç aydır uyku düzenim öyle kötü bir hale gelmişti ki bazı geceler sabaha kadar oturup gündüzleri akşama kadar uyurken bazı geceler hiç uyuyamıyor ve tüm gün boyunca etrafta yürüyen bir ölü gibi gezinip duruyordum.
Bu saçma durum yüzünden artık neredeyse bedenimin tüm kontrolünü kaybeder olmuştum. Zaten hiçbir zaman doğru düzgün olmayan düzenim iyice bozulmuştu.
Boş sürahiyi tezgahın üzerine bırakıp ellerimi sürahinin yanına, tezgaha yasladığımda dış kapının gürültüyle açılmasıyla birlikte aklıma doluşan o görüntülere engel olamamıştım.
Bir hafta önce Lisa ile her zaman gittiğimiz kafedeki buluşmamızdan sonra eve geldiğimde annemi mutfak masasının üzerinde, oldukça haşır neşir olduğu o beyaz tozla birlikte yakalamıştım.
Nasıl böyle bir şey yapabilirdi hala aklım almıyordu. Benim annem her şey olabilirdi. Babamı aldatmış olan bir kadın, bir yalancı ve hatta bir alkolik... Ama uyuşturucu kullanması, hiç çekinmeden yüzüme karşı bağımlı olduğunu söylemesi... İşte bu, ondan bile beklenmezdi.
Ne zaman başlamıştı bilmiyordum, nasıl başlamıştı, neden başlamıştı hiçbir şey bilmiyordum. Sadece benden saklamak için elinden geleni yaptığını ve birkaç aydır kullandığını biliyordum.
Bu durumda ona yardımcı olamamak ne kadar berbat bir şeyse onun bunu benden gizlemesi ve öğrendiğim zaman bile benim onun hayatına karışmaya hakkım olmadığını, ona engel olamayacağımı söylemesi de o kadar berbat bir şeydi.
Ben, onu o halde gördüğümden beri zihnimi işgal eden tüm bu karmaşık düşünceler içinde kaybolmak üzereyken o sallana sallana mutfağa girmiş ve yanıma yaklaşıp yanağıma ufak bir öpücük kondurduktan sonra sanki hiçbir şey yokmuşcasına, daha bir hafta öncesine bu mutfakta benimle delicesine kavga etmemişcesine gülerek mutfak masasına geçmişti.
Anlaşılan o ki yine çakırkeyif olmuş bir haldeydi.
"Bu gece sana dün akşam bahsettiğim adamla randevumuz vardı." Dedi çantasını masanın üzerine bırakıp buzdolabına doğru ilerlerken.
"Ah Rosie, onunla tanışmalısın bebeğim. Gerçekten mükemmel bir adam. İyi bir işi ve oldukça saygın bir kişiliği var."
O adamla tanışmak felan istemiyordum. Zaten eğer gerçekten annemin bahsettiği gibi biriyse tıpkı diğerleri gibi annemin gerçek kişiliğini görüp ondan ayrılması fazla uzun sürmezdi.
"Çok iyi bir adam. Bu üçüncü randevumuzdu."
Kendimi zorlayarak gülümsemeye çalıştım. Her akşam eve sarhoş kafayla gelmesinden ve sürekli bahsettiği o gelip geçici heveslerini dinlemekten bıkmış usanmıştım artık.
"Birlikte bir seyahate çıkmayı düşünüyoruz. Belki Bahamalara ya da Maldivlere gideriz."
Tezgaha bıraktığım sürahiyi alıp suyla doldurmaya başladığımda omzumun üzerinden ona doğru döndüm, "Sence de sadece üç randevu, böyle bir seyahat için biraz erken değil mi?"
Dudaklarını büzdü ve sarsak adımlarla elindeki bira şişesini düşürmemeye çalışarak geri masaya oturdu. "Hayır tatlım. Aksine, böyle bir seyahatin tam zamanı. Bir dünya parası olan birisini tavlamak için bundan daha iyi bir fırsat bulamam."
İşte, bu kadın benim annemdi. Tanıdığım, bildiğim öz be öz annem. Bağımlı, alkolik ve para avcısı bir zavallı.
Bu durumuna öyle alışmıştım ki artık ona üzülemiyordum bile. Ona karşı hissettiğim tüm duygular, ondan bir şey beklememeyi, değişmesini umut etmemeyi öğrendiğim günden beri birer birer yok olmuşlar, yerlerini koca bir boşluğa bırakmışlardı.
Bundan yaklaşık iki yıl öncesine kadar gerçektende tüm bunlar olmasaydı, babam bir işkolik olmasa veya annem babamı aldatmamış olsa normal bir yaşantımız, normal bir ailemiz olabilir mi diye çok merak eder, asla gerçekleşmeyeceğini bildiğim hayaller kurardım.
Ama artık hayal bile kuramayacak kadar yorgundu ruhum. Paramparça, kapkaranlık, sadece ve sadece ölmeyi bekleyen bomboş bir bedene ev sahipliği yapan ruhum.
➰
Bugün pek hızımı alamadığım için gün içerisindeki 3.bölümü yayınlıyorum ama umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın 🙏🏻
Ayrıca siz sormadan ben söyleyeyim ki sonradan merak etmeyin, Jungkook'ta birkaç bölümden hikayeye katılmış olacak arkadaşlar. Onları bir arada görmek istediğinizi biliyorum ancak bundan önce Rose'yi daha iyi tanımanızı ve onu bu kararı almaya iten sebepleri anlayabilmenizi istiyorum. İşte tamda bu yüzden ne yazık ki birazcık beklememiz gerekecek 😄
Okuduğunuz için teşekkürler~ 💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐅𝐚𝐭𝐞𝐝 𝐑𝐨𝐚𝐝 | RoséKook
FanfictionYirmi bir yaşındaki Rosé başına gelen trajediler yüzünden içinde bulunmak zorunda kaldığı hayatı reddedince ilk bulduğu uçak biletiyle Amerika'ya gider ve sonu olmayan, varış noktasını kendisinin bile bilmediği bir otobüs yolculuğuna çıkar. Çıktığı...