&
➰
Geçip giden iki haftanın ardından hayatımda iyi giden tek şey, birkaç ay öncesinde yaptığım iş başvurusunun kabul edilmiş olmasıydı.
İşe alınmıştım. Yönetici asistanı olarak çalışacaktım. Babam hakkımda iyi şeyler söyleyince yakın arkadaşı Bay Kim beni işe almıştı ama bu durum beni ancak her sabah içtiğim o iğrenç kahveyi beklemek kadar heyecanlandırıyordu.
Öyle ya da böyle, hayatımın ikinci iş tecrübesi olan yönetici asistanlığına sonraki pazartesi günü başladım.
Açıkçası, hayatımın geri kalanını babamdan para alarak geçirmek istemediğim için bu işi bulduğuma seviniyordum ama üzerimdeki resmi kıyafetlerle ve siyah topuklu ayakkabılarımla bu ortama ait olmadığımı hissedebiliyordum. Aynaya her baktığımda sanki gördüğüm yüz bana ait değilmiş gibi geliyordu.
Sebebini tam olarak bilemesemde o hafta ve ondan sonraki hafta her işe gidişimde aynı hissiyatı duymaya devam ettim. İçimdeki huzursuzluk sanki katlanarak büyümek istercesine sürekli kulağıma, "Senin hayatın bu, işte sen busun." Diye mırıldanıp durmuştu.
Etrafta dolaşan müşterilere baktığımda, hep olumsuz şeyler görüyordum. Gülümsemek, konuşmak istemiyor, onlarla muhattap olmaya bile tahammül edemiyordum.
İşte o zaman anladım ki, o noktadan sonra yaptığım her şey aynı sonuca yol açacaktı.
"Senin hayatın buydu işte, sen busun Roseanne Park. Hakettiğin tek hayat bu."
➰
Dün her şeyin değiştiği gündü. Zihnimde huzursuzlukla yataktan kalkıp işe gitmeyi reddettiğimde ve Amerika'ya giden ilk uçuştan tek yönlük bir bilet aldığımda aklıma koyduğum fikirleri uygulamaktan başka düşünebildiğim hiçbir şey olmamıştı.
Biliyordum, tüm bu yaptıklarımın hiçbir mantığı veya amacı yoktu. Ancak artık tek önemsediğim şey, eğer biraz daha her şeyi arkamda bırakıp gitmek için yanıp tutuşan ruhumu dinlememeye devam edersem daha fazla dayanamayacağımı hissetmem olmuştu.
Hep depresyon denen şeyin abartıldığını düşünmüştüm, tıpkı insanların birbirlerine söylediği 's' harfi ile başlayan o iki kelimeli, hayatım boyunca hiçbir erkeğe söylemediğim cümle gibi.
Ancak her geçen gün yaşadığım şeylerin altında biraz daha ezildiğimi çok geç farkedebilmiştim. Ruhumun nasıl paramparça olduğunu, eğer hiçbir şey yapmadan, böyle boş boş yaşamaya devam edersem nasıl daha fazla yaralanacağımı...
Meğerse depresyonun ciddi bir hastalık olduğundan tamamen habersizmişim.
İçinde birkaç gerekli eşya dışında çok fazla bir şey olmayan sırt çantamı ve uçak biletimi yatağımın üzerine bıraktığımda bakışlarım komodinimin üzerinde duran resimlere ve boş ilaç kutularına kaymıştı.
Geçtiğimiz aylarda yaşadığım piskolojik tramvalar yüzünden Lisa'nın ve doktorumun ısrarlarıyla yeniden başladığım ve sadece iki gün kullanabildiğim ilaçların sonu yine çöp tenekesinde bitmişti.
Onları kullanmak istemiyordum. Zihnimin uyuşmasını, yaşadıklarımı unutmak istemiyordum.
O ilaçların hayatımda sanki hiçbir şey olmamış gibi, annem uyuşturucu bağımlısı olmuş bir şekilde tek hedefi zengin koca bulmak değilmişcesine, babamın işlerine verdiği sevgi bana verdiği sevginin önüne geçmemişcesine ve eski sevgilim mezarda değilmişcesine zihnimi bulandırıp hayatıma devam etmemi sağlamalarını istemiyordum.
Eğer bunu yapacaksam, hayatıma kaldığı yerden devam edeceksem, bu benim istediğim bir şekilde olmalıydı.
Annemin yaptığı hatalar ve babamın işkolikliği yüzünden ailemi kaybedeli iki, eski sevgilim olan Daniel'i bir trafik kazasında kaybedeli ise bir yıl oluyordu.
Ve ne yaparsam yapıyım asla atlatamadığım tramvalar, tüm o ilaçların etkisi geçtiğinde yine benimle oluyorlardı.
Kaçtığın ne varsa, dönüp dolaşıp yine seni buluyor, korkuların en sevmediğin misafirin oluyorlardı her seferinde.
Ancak benim daha fazla buna dayanacak gücüm kalmamıştı. Tükenmiştim. Bitmiş, dağılmıştım.
Parçalarımı toparlamam için gitmem gerekiyordu. Gitmem ve ne pahasına olursa olsun kendimi bulmadan dönmemem gerekiyordu.
Bir amaca bağlanmayan her ruh, yolunu kaybederdi. Ve ben, kesinlikle bir kez daha kaybolmak istemiyordum.
➰
Bu bölümden hemen sonra bir bölüm daha yayınlamayı düşünüyorum ama tabi bu sizin yapacağınız yorumlara ve bölümle ilgili düşüncelerinize de bağlı 🙏🏻
Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyeyim; bir sonraki bölümde hikayemizin bir diğer ana kahramanı olan Jungkook'ta sonunda aramıza katılmış olacak 😄
Okuduğunuz için teşekkürler~ 💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐅𝐚𝐭𝐞𝐝 𝐑𝐨𝐚𝐝 | RoséKook
FanfictionYirmi bir yaşındaki Rosé başına gelen trajediler yüzünden içinde bulunmak zorunda kaldığı hayatı reddedince ilk bulduğu uçak biletiyle Amerika'ya gider ve sonu olmayan, varış noktasını kendisinin bile bilmediği bir otobüs yolculuğuna çıkar. Çıktığı...