Herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra ormana gelmiştim.
Özel bir taştı bu. Büyüyle kırılması gerekiyordu ki içindeki gücümü bana verebilsindi.Elimi biraz boşluk kalıcak şekilde üzerine koydum. Çoğu şey gibi bu büyüyü de ezberlemiştim elbette
Ağzımdan çıkan her bir sözcükle elimden kıpkırmızı bir enerji akıyordu taşa doğru. Simsiyah taşı bile şuan elimden akan canlı parıldayan renge dönüştürmüştü. Taş kırılmıyordu. Benden korkmuşlardı. Bir tehdit olabileceğimi düşündükleri için vermişti bu taşı. Ama ben bir cadıydım. Gücüm her zaman içimde parlıycaktı. Gözlerimi kapadım. İçimdeki o keskin güce odaklandım. Anında kıpkırmızı bir ışık parlarken gözlerimi açtım. Taş çatladı ve tamamen birbirinden ayrıldı. İçindeki turuncu enerji direk göğsümden sert bir şekilde içeri girdiğinde yere düştüm.
Sağ elim yere çarptığında anında çektim. Burkulmuştu. Kırıldığını sanmıyordum. Ayağa kalktım. Ve işte o an farkettim. Cadılar hatta büyücüler bile büyü yaparken renkli bir enerji olmazdı. Ben sihir mi yapmıştım. Hayır sihir diye bir şey yoktu. Aileme anlatmalıydım.
Taşların parçalarını topladım. Ardından kendimi evime ışınladım.
Gecenin bu saatine rağmen ikisi de uyanıktı. Yılan başlı kahve içiyorlardı. Kokusundan anlamıştım. Beni görür görmez ikisi de şaşırdı.
—Madelaine burada ne işin var? Dedi annem.
Hemen karşılarına oturdum. Masanın ortasına elimdeki simsiyah parçalanmış taşı bıraktım.
—Okulda Aura dersi vardı. Öğretmen auramın çok güçlü olduğunu olurda herhangi bir duygumda veya hastalığında hemen kendini belli ediceğini söyledi. Teneffüste yanıma gel dedi. Siyah damla uçlu bir kolyeyi bana taktı. Kendi enerjimi kolyeyle birleştirmemi istedi. Bunu tabii başarıyla yaptım. Ama daha sonra gücümde azalma olduğunu farkettim. Gece yani az önce ormana gidip taşı kırdım.
—Tamam buraya kadar sorun yok. Yani tamam sorun olmuş ama halletmişsin.
—Mesele bu değil. Ben taşı büyüyle değil sihirle kırdım. Aynı masallardaki gibi. Sözcükleri fısıldadığımda elimden parlak kırmızı bir enerji çıktı. Başta kıramadım. Ama sonrasında basit bir odaklanmayla içimde çok keskin bir güç hissettim. Bunu hissetmemle birlikte gözlerim kapalıyken bile parlayan parlak kırmızı rengi gördüm. Açtığımda taş çatlamıştı. Hemen ardından da parçalandı.
İkiside birbirine baktı.
—Mirasçısısın. Dediler aynı anda.
—Anlamadım?
—Bak Madelaine üç cadı atasını biliyorsundur.
Kafamı salladım.
—Onlar bir kehanet yazdılar. Açıkçası bunun belirtileri kara vaftizinde ortaya çıkmıştı. Ama biz yine de böyle bir olabileceğini düşünmüyorduk.
—Kehanet mi?—Bir kehanet göre perşembenin cumaya bağlanan kanlıay gecesinde kara vaftizini tamamlayan cadı, üç büyük cadı atalarının güçlerine sahip olucaktı. Bu güçler doğru kişiyi bulduğunda aynı o zamanki gibi büyük bir savaş olucak ve cadı neslinin koruyucusu mirasçı olucaktı.
—Bu kehaneti biliyordum. Ancak bir efsane olduğunu sanıyordum.
—Madelaine benim küçük cadım seninle gurur duyuyorum sen muhteşemsin.
Babam ayağa kalkıp bana sarıldı. Bende şaşırarak ona sarıldım.
Babam ayrıldığında annem de geldi ve sarıldı. Kollarını çektiğinde saçlarımı tutup kaldırdı. Ardından arkadan bir tutam saçı gözümün önünde hepimize tuttuğunda şok olduk. Ateş kırmızı bir saçtı. Kan renginden bile daha parlak bir renkti.
—Mirasçı sen değilsen bile artık sensin. Bu zamana kadar bir çok belirti vardı. Öncelikle fal bakabiliyordun. Cadılar fal bakabilir ama sen daha çok geleceği biliyor gibi söylüyordun. Aynı zaman da kehanet yazabilirsin. Bu siyah saçlı Roxsie cadısına ait güçtü. Ardından beyaz saçlı ayin cadısı var. Ayinlerin her zaman kusursuzdu. Her çağırdığın ruh sana net bir şekilde cevap veriyordu. Sanki bir zorunluluğu varmış gibi ruhlar sana gözüküyordu. Bu güçte Nancy cadısına ait. Ve son olarak. Kırmızı ateş rengi saçlara sahip olan güç cadısı. Muhteşem bir aura okuma özelliği varmış. Gücü bir cadı gibi değil belirgin kırmızı renkte bir enerji olarak çıkıyormuş. Sözcüklere değil hissetmeye ihtiyacı olan bir cadıymış. Büyü fısıldamak yerine kendi dilinde bir şey söylese dahi istediği sürece enerji çıkışını sağlar büyü olurmuş. Adı Amentia. Sen Madelaine bu cadıların mirasçısısın. Bembeyaz tenin benden değil Nancy'den, simsiyah gözlerin babandan değil Roxsie'den ve sonuncu olarak saçların Amentia'dan geliyor.
Çok şaşkındım. Ben üç büyük cadı atasının mirasçısıydım. İnanamıyordum. Onlar savaşlarını Doğa Tanrıçasına karşı yapmış ve kaybetmişlerdi. Ben kime karşı yapıcaktım. Yine Doğaya karşı mı? İçimde anlamadığım bir nefret hep vardı. Onlardan mı geliyordu? Sorun değildi. Bundan sonra bu güçler ve hislerle bendim. Ve evet Tanrıçadan nefret ediyordum. Bu savaşın bir kazanını olucaktı.
Gülümsedim.
—Tanrıça'nın bundan haberi var mıdır?
—Sanmıyorum. Kimse ihtimal vermiyordu. Mirasçının çok daha sonra geleceğini düşünüyordu herkes. Bir kaç nesil sonra belki. Şuan da düzen yerinde. Demek ki Roxsie geleceği görmüştü. Zamana o karar vermiş olmalı. İtiraz hakkımız yok. Sen her zaman muhteşemdin cadım. Dedi annem.Cadıları hayatım pahasına korurdum. Durum her ne olursa olsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madelaine Blackpearl (Tamamlandı)
ФэнтезиHer birinin asası doğanın onlara kendisinden bahşettiği birer sihirli sopa. Sopa diyerek onları ezdiğimi düşünmeyin. Onlar doğanın sevilen çocukları. Bizse sevilmeyeniz.