Önümde ki sınav kağıdına gelişi güzel kelimeler yazdım. Yeterli vakit dolduğunu hissettiğimde elimi kaldırdım.
—Bayan Hutson sınavım bitti kağıdı getirebilir miyim?
—Elbette Madelaine.
Ayağa kalktım. Yürürken Elimi şıklattım. Kağıdı verirken baktığımda cevapların yazılmış olmasıyla gülümsedim.
Geri Stephen'ın yanına oturdum. Gerçekten yapmalı mıydım emin değildim.
—Kendini ifşa etmelisin. Herkesin senin nasıl bir şeytan olduğunu bilme hakkı var.
—Niye bunları durup dururken söylüyorsun?
—Okulun çatısından atla. Sen seversin ordan burdan atlamaya. Belki güçlerin gelir ve seni kurtarır. Ya da daha güzel bir ihtimal gerçekleşir.
—Güçlerim geri gelmediği durumda asadan çektiğim enerji beni yere çakılmaktan alıkoyamaz.
—İşte o durumda güzel olan ihtimal gerçekleşir ve ölürsün.
Kapıyı çarpıp çıktı.
Olasılıklar beni bunu yapmaya itiyordu. Denemeden göremezdim. Ve ben hangi olasılığın gerçekleşeceğini merak ederken kafayı yerdim.
Bir kaç tane olasılık vardı.
Asanın güçleri kurtarabilirdi.
Kendi güçlerim gelebilirdi.
Vincent kurtarmaya çalışabilirdi.
Ya da hiç biri olmaz ölürdüm.
Ares'in güçlerini kullanmıycağımdan emindim.Onun kinetik güçlerini kullanmayı sevmiyordum. Ne kadar Aresinde olsa bana ezikçe geliyordu. Hayır bir kediye göre muhteşemdi. Ama mucizeler yaratan bir cadı için ezikçeydi.
Bu yeteneğimin olduğunu ilk bana elementleri kullanırken farkettirmişlerdi.
Tenefüs zilinin çalmasıyla koşarak sınıfta çıktım.
Ikinci katta olduğumu varsayarsak üç kat çıkmam gerekiyordu.
Iki katı hızlıca çıkıp son sınıfların olduğu kara geldim. Çatıya çıkan merdivenlerin kapısını açıp yukarı çıktım.
Kapı kolunu indirdiğimde kilitli olduğunu anlamıştım. Elimi anahtar deliğine uzatıp büyüyü söyledim.
—Aperuit.
Kapı açıldığında çatıya çıktım. Arkamdan kapıyı kapatıp çokta yüksek olmayan duvara tek hamlede çıkıp aşağı baktım. Yüksekti.
Saçların ve eteğim rüzgarda dalgalanırken çoktan aşağıdakilerin dikkatini çekmiştim.
Yavaştan korkuyla toplanmaya başladıklarında öğretmenlerinde çıktığını gördüm.
Gözlerim bahçede dolaşırken sonunda onunla göz göze geldim. Gözlerinde korku ve pişmanlık vardı.
Telefonumu çıkarıp rehbere girdim. Onun ismine tıklayıp açmasını bekledim. Eli cebine kayarken telefonu alıp açtı.
—Hani sana bazen Stephen diyorum ya. Sana Stephen dediğimde genelde kızgın olduğum için seni klasikleştiriyorum.
—Biliyorum.
—Pişmanlık duyma Vincent. Bu gösteriyi senin yüzünden yaptığımı düşünme. Çünkü ben şuan ki durumuma olasılıkların çekiciliği diyorum.
—Yine de yapmak zorunda değilsin.
—Bir kaç tane olasılık var. Aslında bakarsam şuan ki en yüksek olasılık ölmem olasılığı.
—Seni kurtarırım.
—Yapamazsın. Gücün gelişmiş olabilir. Ama o hızda düşen ağır bir cismi gözlerine yakalayıp durduramazsın. Her neyse. Belki de son gösterim olucak olay başlasın.
Telefonu kapatmadan aşağıya bıraktım. Öğretmenlerin veya diğerlerinin söylediklerini hiç duymamıştım bile.
Belimden asamı çıkardım. Dikey bir şekilde yere bırakırken yere çarpmasıyla asa kırıldı. Herkes asanın güzelliğine ve bu değişik cisme bakarken yavaşça enerjisi söndü.
İşte gösteri başlıyordu.
Yavaşça arkamı döndüm. Kendimi dümdüz bir şekilde bırakırken benim için her şey ağır çekimdeydi sanki.
Kafamın üzerine doğru düşerken saçlarım dalgalanılıyordu. Yere çarpmama çok az kalan etrafımı kırmızı bir enerji sardı.
Bedenimin altını kaplarken yere çarpmamla yer çatladı. Bana hiç bir şey olmazken Amentia'nın kolyesi sayesinde kurtulduğumu anlamıştım.
Yavaşça ayağa kalktım.
—O bir büyücü.
—Hayır cadı.
—Bence şeytan.
—Bu güzellik ancak bir meleğe air olabilir.
—Kamp gecesi anlamalıydık. O bir cadı.
Birisi eline aldığı taşı fırlatırken taşı daha bana ulaşmadan durdurdum. Ares'in güçleriyle. Canım vaftiz hayvanım aynı benim gibi yetenekliydi.
Herkes korku ve şaşkınlık dolu gözlerle bakarken şaşırma sırası bendeydi.
İçeri zırhlı asker araçları girerken içinden hızlıca çelik yelekli kişiler indi.
Vincent'ın ellerini sertçe arkadan kelepçelerlerken gözlerine de bir bant taktılar.
—Teslim yoksa ateş ederiz diye bana uzun adını bilmediğim silahlar doğrultulurken elimi onlara uzatıp sağa doğru götürmemle o tarafa doğru fırlatıldılar.
Ares teşekkür ederim tatlım.
Vincent arabaya bindirilirken bir silah ateşlendi.
Kurşun bana doğru gelirken alnımın ortasına değmesine santimler kala durdurdum. Yere düşerken ben şok olmuş bir şekilde bakıyordum. Beklemiyordum. Telekineziyle mermi durdurmak mı hadi be.
Kollarım arama kırılırken dirseklerime kadar metal bir şey taktılar kollarıma. Gözüme de metal bir maske takılırken zorla yürüttüler ve araca bindirdiler.
Uzun bir zaman geçtikten sonra sanki konuşmamaya yeminliymiş gibi konuşmuyorlardı.
Sonunda ben konuşmaya başladım.
—Beni bu metal şeylerin durdurmayacağını biliyor muydunuz?
Yine konuşmadıklarında devam ettim.
—Sandığınızın aksine bir mutant ya da mutasyona uğramış bir insan değilim. Yetenekleri olan da bir insan değilim. Ben bir insan bile değilim.
Işte ilk o zaman konuştular.
—O zaman nesin?
—Ben bir cadıyım. Bu yüzden bu demir şeyler olmadan da güçlerimi kullanabilirim.
Boynuma iğnenin yaklaşmasıyla aniden durdurdum.
—Yo yo ben lanetlenmiş bir cadıyım. Kalbim taşlaştığı için atmıyor. Damarlarımda kan akışı yok bu yüzden işe yaramaz.
Şaşırdıklarını hissedebiliyordum.
—Ama güçlerimi geri kazanmamın yolu var. Size bir ayin gösterisi düzenlerim. On gün sonra. Merak etmeyin güçlerimi eski haline getiren kadar kaçmıycam. Öldürmem gerek bir kişi var ve çok güçlü. Gerçi benim kadar değil. Öyle bakmayın. Karşınızda gelmiş geçmiş en güçlü cadı var. Tanrıçayı yenen bir cadı. Gülmeyin ama. Eminim üzerimde deney yapıcak kişiler bana inanıcaktır. Sizi de çağrtacağıma söz veriyorum.
Konuşmamaya devam ettiklerinde kendimi bu kadar övmenin yeterli olucağını düşündüğüm için yanımdaki askerin omzuna yatıp zaten kapalı olan gözlerimi uykuya teslim ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madelaine Blackpearl (Tamamlandı)
FantasíaHer birinin asası doğanın onlara kendisinden bahşettiği birer sihirli sopa. Sopa diyerek onları ezdiğimi düşünmeyin. Onlar doğanın sevilen çocukları. Bizse sevilmeyeniz.