Ellerimizi birleştirdik. Gözlerini kapatırlarken onlara bakıp ben de kapadım gözlerimi.
Biraz sonra konsantre olduklarını hissettiğimde enerjilerini hissettim. Saf bir enerjiydi. En son ortaokula giderken hissettiğim bir enerjiydi. Şimdi hatırlamıştım. Neyi aradığımı bilmeden elbette başaramazdım.
Gözlerimi kapadım. Aramızda sanki bir elektrik devresinde olduğu gibi bir enerji akışı vardı. Yanması gereken ampul bendim. Ellerini biraz daha sıktım. Kablolar düzgün bağlanmalıydı değil mi?
İçimde büyüyen bir şeyi hissettiğimde nefesim kesildi. Ellerimdeki ellerin çekildiğini hissettiğimde derin bir nefes aldım. Sanki suyun altında nefes almışım gibi hava ciğerlerimi yakarken vücudumda dolaşan enerji açığa çıkmak için deliriyordu.
Keskin bir acı hissettiğimde ağzımdan şuana kadar kendimden duymadığım kadar güçlü bir çığlık yükseldi.
Çok güçlü bir ışık parlarken tüm vücudumda keskin bir ağrı ve acı hissettim. Kalbim sıkışırken boynuma buz gibi bir demirin demesiyle çok keskin bir acı daha hissettim başım ağrıdan çatlama noktasındaydı. Her şeye rağmen bu enerjiyi çok yoğun hissediyordum.
Yerde olmadığımıda biliyordum. Gözlerimi yavaşça açtığımda gümüş enerji ayaklarımdan yukarı doğru yılan gibi kıvrılarak tüm vücudumı sarmıştı.
Keskin bir acı daha hissettiğimde bu sefer masmavi bir ışık parladı. Mavi de ayaklarımdan çok ince bir şekilde kıvrılarak tüm vücudumu sardı.
Kan kırmızı bir ışık daha patladığında kırmızı ışık kıvrılarak tüm vücudumu sardı.
Üzerimde parlayan renkler her yeri aydınlatıyordu. Tam karşıya baktığımda aynada yansımamı gördüm.
Tüm vucdumu dolanarak saran üç enerji vardı. Saçlarım havada sanki suyun içindeymiş gibi dalgalanılıyordu. Gümüş renginde saçlarımın üzerinde kırmızı ve mavi renkler tutam tutam yayılmıştı.
Kendi gözlerimle göz göze geldim. Beyaz bir ışık vardı. Her şey bittiğinde bedenim geriye doğru kaydı ve aşağı düşerken Nicholasın beni tutup büyü mırıldandıdığını duymuştum.
Uyandığımda daha yattığım yerin yumuşaklığından kendi yatağım olduğunu anlamıştım. Sımsıkı sarıldığım Ares mışıl mışıl uyuyordu kollarımın arasında.
Ares'ten kollarımı çekip yatakta oturur pozisyona geldim. Kendimi her şekilde çok iyi hissediyordum.
İçimde dolaşan gücü hissediyordum. Hem de her bir kırıntısını.
—Ares ben savaşa gidiyorum. Olurda geri dönemezsem seni çok seviyorum. Seninle ilgilenemedim biliyorum. Bunun için üzgünüm. Çok fazla güç ve şöhret peşinde koştum. Şimdiyse bunları tüm sihirli evren için kullanmaya gidiyorum.
Aynanın karşısına geçtim. Boynumda kırmızı kalp şeklinde kolye vardı. Boynuma sarılı olansa Amentia'nın kolyesiydi. O da kırmızıydı. Kırmızı bir kristal şeklindeydi.
Duş aldım. Üzerimi değiştirdim. Ayakkabılarımı giydim ve evden çıktım. Sürekli yayılan enerji dalgalarından savaş yerini buldum.
Uzaktan izlemeye başladım. Daha şimdiden iki tarafta da ölüler vardı.
Yakılan, boğulan cadılar Ve büyücüler. Elementçilerde farksızdı. Tanrıça ortalıkta yoktu.
Yavaşça savaşın ortasına doğru yürümeye başladım. Beni görenler şaşırıyordu.
Nicholas'ı gördüm. Karşısında ellerinden ateş çıkan elementçiye asasıyla karşılık veriyordu.
Elimi savurmamla ağaca çarptı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madelaine Blackpearl (Tamamlandı)
FantasyHer birinin asası doğanın onlara kendisinden bahşettiği birer sihirli sopa. Sopa diyerek onları ezdiğimi düşünmeyin. Onlar doğanın sevilen çocukları. Bizse sevilmeyeniz.