1415 Senesi - Yaz Mevsimi
SARGUN KRALLIĞI
Ormanın kıyısında...
Gökben Hatun
Yaprak hışırtılarının sesi kulağıma girdikçe hayat biraz daha gerçeklik kazanıyordu. Sadece doğanın sesi vardı. İnsanlardan uzak bu ıssız yerde nefes aldığım her an yaşadıklarımın korkunç bir kabus olmasını diliyor, gözlerimi açmaya korkuyordum. Olanlar gerçek olamazdı. Olmamalıydı.
Gözlerimi açtığımda güneşten gözlerim kamaştı. Bir süre sonra üzerimde uzanan devasa ağaçları seçtim. Hareketli dalların arasından güneş bir görünüyor bir kayboluyordu. Gökyüzü olabildiğine maviydi. Tıpkı yola koyulduğumuz gün olduğu gibi.
Göz pınarlarımdan yaşlar inmeye başladı. Yanağımdan kulağıma, oradan toprağa damladıkça damladılar. İnanmak, kabul etmek istemesem de her şeyin acımasız bir gerçek olduğunu biliyordum. Kabus değildi. Tersine döndürmenin imkansız olduğu bir dehşeti yaşamıştım.
Midemdeki sancı, ruhumdaki acı kadar yakmıyordu canımı. Parmaklarımın arasında sıkışan toprak yüreğimdeki ezilmenin yanına yaklaşamazdı. Hıçkırıklara dönüşen ağıtlarım onları geri getirmeye yetmezdi. Hangi tanrıya yalvarırsam yalvarayım bir mucize gerçekleşmezdi. Toprağı istediğim kadar yumruklayayım içimi kavuran ateş sönmez, nefesimi kesme isteğimi yok etmezdi.
Dizlerimin üstüne çökmüş, her yanım çamur içinde öylece duraksadığım vakit gözlerimden yaşlar akmaz olmuştu. Yanaklarımda kuruyan yaşlar göz kenarlarımı acıtıyordu şimdi. Hiçliğe bakan gözlerim donmuştu. Bütün sesler yitip gittiğinde kalbimin buruk vuruşlarını hissediyordum içimde. Bir oduncunun baltayı her savuruşunda çıkardığı küt sesi, bir an sonra tekrar vurduğunda çıkan küt sesi gibi. Ve böyle ağır ağır devam ediyordu.
Ayağa kalktığımda bacaklarımın titrediğini hissettim. Yanımdaki yıllanmış ağaçtan destek aldım, bir süre öylece bekledim. İllio benden alınmıştı. Oğlum benden alınmıştı. Minicik dudaklarından kelimeler yeni dökülmeye başlamıştı onun. Hiç acımamışlardı ona. Bebek dememişlerdi. Canı acır dememişlerdi. Yakıp kül etmişlerdi benim güzeller güzeli bebeğimi.
Gözlerime bir kez daha yaşlar hücum eder gibi oldu. Fakat bu defa hiçbir şey süzülmedi yanaklarımdan. Yaşlarım bitmişti belki de. Hafif bir rüzgar esintisini hissettim yüzümde, tenimde. Bana deniz kokusunu, onun kokusunu getirmişti meltem. "İllio, Ailios."diye fısıldadım. Rüzgarın geldiği yöne doğru attım ilk adımlarımı. Sendeleyerek başladığım yolculuğum daha emin adımlarla devam etti.
Ağaçların sonunda bir açıklığa çıktım. Burası yer yer otlarla kaplıydı. Bazı yerlerde büyük kayalar vardı. İlerledikçe deniz kokusu keskinlik kazandı. Tuz ve yosunu da seçer oldum. Bir müddet sonra dalgaların sesini duydum. Önümdeki geniş düzlükte ufuk çizgisini seçtim önce. İçime sonsuz bir ferahlık yayıldı bu manzarayla. Yaklaştıkça dalga sesleri arttı. Açıklığın sonuna geldiğimde hırçın deniz tam altımdaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynadaki Kan
Historical Fiction2020 Watty Ödülleri Tarihi Kurgu Kazananı Tarih #1 (19.09.2020) Hiç kimse yaşattığını yaşamadan ölmezmiş. Geçmişin kanlı sayfaları bir bir önüne açılır, hayaletler hesap sorarmış. Öyle bir gün gelirmiş ki önce aynaya baktığında gördüğün gözler yaban...