2. Bölüm

38 5 0
                                    

Mahallemizin kütüphanesi çokta büyük değildi. Ama içerisine çok insan girip çıkmadığından yerler bol olurdu. Bazen de yalnız olurdum. Öylesi daha iyiydi tabi. Kendi kendime kalıp günlüğümü yazardım. Evet, günlük yazıyordum. Bu küçüklüğümden kalma bir şey. Tüm hislerimi, yaşadıklarımı ora yazarım ve onu kutuma kilitlerim. Kimsenin açıp bakmasına da izin vermem çünki günlüğümü yazarken tüm sırlarımı yazarım.

Kütüphaneye girdim ve gözüm Mert'i aradı. Yalnız oturmuş telefonuyla oynuyordu. Yanına gidip oturdum ve dedim:
- Sen bozuldun mu bana?
Çünki yüzüme bile bakmadan telefona bakıyordu. İfadesizce “Hayır.” dedi. Onu tanıyordum ve kırıldığı ortadaydı. Ayağa kalktım ve boynuna sarılarak dedim:
- Ay benim kıskanç arkadaşımm.
- Ya bi git!- gülmemek için kendisini zorluyordu ama tebessüm etdiğini anladım. Yüzünden öptüm ve kızardı. O hep utangaç olmuştur zaten.
- Sen çok mal bir insansın Kayla. Benimle gelmedin o aptalla kaldın.
- Kırıldığını biliyordum.- Yerime geçerken dedim.- Ya ne zamandır görüşmüyorduk işte ondan kaldım.- Gözümü kaçırdım çünki yalan söyledim. Sadece yanında durmak istiyordum.
- Tamam, neyse. Esma nerede?
- Abisiyle vakit geçirerecekmiş.
- Tamam o zaman, biz dersleri yapalım sonra gideriz.
- Tamam.

Bir saat kadar ders çalışdıktan sonra oradan çıktık ve evlerimize gitdik.

Eve girdiğimde babam salonda oturmuş televizyon izliyordu. Babam, Mert Aksel, 50 yaşlarında genç görünümlü biridir. Babamla kendimi bildim bileli o kadar da yakınlığımız olmadı. Zaten az konuşurduk, konuştuğumuzda da ya giydiklerime ya da makyajıma karışırdı. Köyden olduğu için namusumu korurdu sözde bunları kısıtıayarak. Evet, çok ahmakca, değil mi?
Neredeyse güzel olduğum için üniversiteye bile izin vermiyecekti. Ama son dönemlerde böyle şeyler yapması azalmştı. Bana baktı ve “Neredeydin kızım?” dedi.
Ayakkabımı çıkarırken dedim:
- Nerede olucam baba, kütüphanedeydim.
Mutvağa geçtim ve annemin lezzetli yarpak sarmalarından yedim. Annem dedi:
- Sınava son bir hafta kaldı, senin yerine ben heyecanlıyım.
- Anne, ben de heyecanlıyım da, heyecanlanmak birşey değiştirmeyecek. Aksine bildiklerimi de unutturacak.
- Sen mahallenin en güzel kızı olmakla yanaşı en biliklisisinde kızım, yaparsın sen.
Gülümsedim ve dedim:
- Anne, orda burda çok bahs etme benden, göz değicek maazAllah.- Ben dalga geçtim ama annem ciddiye aldı.
Yüzümü tükürükledi ve “Gözü değenlerin gözü çıksın inşaAllah!”
Güldüm ve gözümü devirdim. Yemek yedikten sonra odama çıktım. Kiyafetlerimi değiştirdikten sonra yerime uzandım. Penceremden bir ses duyduğumu düşündüm. Sonra bir defa yine duydum ve pencereye yakınlaştım. Açtığım an gözlerime inanamadım. Koray penceremin altındaydı. Gülümsedi ve elindekini gösterdi. Bir buket papatya. Şaşırmıştım ve gülümseyemedim bile. Koray bana papatya mı getirmişti yani?
- Kafede unutmuşsun.
Şaşkınlığım yerini hayal kırıklığına bıraktı. Zaten herzaman Koray'dan bana kalan hayal kırıklıkları olmuştur. Herzaman aptalca ümitlenmişimdir. Ortada ümitlenicek birşey olmadığında bile...
- Aa... Evet. Hemen geliyorum.- dedim ve aşağı indim. Üzerimde pijamalarımın olduğunu unutdum aniden. Dışarı çıktım ve buketi aldım.
- Bunları nasıl unuturum ben ya? Sana da zahmet verdim.
- Evim şuracıkta Kayla, nazik olmaya çalışma. İçinden “Ohh, çalıştırdım.” diyorsun kesin.
- Eh, yanii.- dedim ve ikimiz de güldük.
- Yavruna sarılırcasına sarılmısssın resmen.- Güldü.- Papatyaları çok mu seversin?
- Evet ama sen nereden biliceksinx değil mi?- sesimdeki siteme engel olamadım. Gülümsenesi kayboldu. Gözümü kaçırdım.
- Evet, artık pek konuşamıyoruz da.
- Arada görüşüyoruz hiç olmazsa.- yalandan gülümsemeye çalıştım.
- Senin gibi dostu kaybetmek istemiyorum Kayla.
İçim o an nasıl paramparça oldu anlatamam. “Dost”- bu söz bir insanı ne kadar acıta bilirdiki? Beni hiç olmadığı kadar acıtmıçtı. Ama neden bu kadar acıtıyordu ki her defasında?! İnsan bir yerden sonra alışmıyor muydu? Alışmak zorunda değil miydi?! Ben neden bu acıya alışamıyordum peki?!
Hiçbir şey diyemedim. Bana baktı ve gülümsedi:
- O zaman sık-sık görüşürüz. Üniversiteye gidince de unutma beni.
- Daha var ona.- dedim gülümsemeye çalışarak.
- Tamam o zaman, görüşürüz sonra.
Oradan uzaklaşırken arkasından baktım usul usul. Gözlerimin dolduğunu hiss ediyordum. Aklına birşey gelmiş gibi durdu ve geri döndü. Yüzündeki büyük gülümsemeyle birlikte yüksek sesle dedi:
- Papatyalara aşık olduğunu da aklıma yazdım. Ha, bu arada, pijamalar güzelmiş.- güldü ve gitdi.
Sadece gülümsedim. Uzaktan gözlerimin dolduğunu anlayamazdı ve buna çok sevindim. Ne kadar da aptaldı. Ben papatyaları onun için seviyordum, ben papatyalara değil ona aşıktım!

Hızlıca odama çıktım ve papatyaları yere fırlatdım. Kendimi yatağa atdım. Dizlerimi kendimi çekdim ve ellerimle yüzümü kapatarak elimden geldiğince sessiz bir şekilde ağlamaya çalıştım. Annem duya bilirdi çünki yan odadaydı. Birkaç dakika sonra kendime gelmek için banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadım. Resmen 5-6 dakika içerisinde gözümü kızartmayı başara bilmiştim, şaka gibi!
Odadan çıktığımda gözüm papatyalara değdi. Onları yere atdığıma utandım. Onları bana en yakın arkadaşım almıştı sonuçta. Yerden aldım ve kavanoza koydum. O an günlüğümü yazmak istedim. Günlüğümün üzerinde küçük prensin resmi vardı. Ve en sevdiğim rengteydi, mavi rengte. Açtım ve yazmağa başladım.
“Sevgili günlük...
Kendimi şu an çok kötü hiss ediyorum. Neden bu kadar acımak zorunda bu kalbim?! Neden beni sevmiyor, neden sevemiyor? Bu kadar güzel sözler duyuyorum ama onun bir güzel sözünü duymak için yıllarca beklesem de hiçbir şey demiyor. Tam 6 yıl oldu be. Onu seveli tam 6 yıl oldu ama o daha bunun farkında bile değil. Hiçbir zaman da olmayacak. Kendime, kalbime acıyorum. Keşke onu unutacak gücüm olsaydı. Ağlamakla unutulmuyor işte!
O papatyaları atsam da unutamıyacağım zaten. Varsın papartayalar hayatımdan çıksın, ne değişecek? Peki hatıralar? Peki o?! Ne yapacağımı bilemiyorum. Kalbim acıyor be, kalbim...”

PAPATYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin