Bir kaç saat oturup Ömür'ün dönmesini beklemiş, geri dönmeyeceğini düşünmeye başladığımda ise evime geri dönmüştüm.
Elbette Ömür'ü tekrar evimin önünde uyuklarken görmeyi hayal dahi edemezdim; ama oradaydı. Vücuduna sardığı kolları ve önüne düşmüş başıyla oturmuş, öylece uyukluyordu.
Başta ne yapacağımı bilemeyerek olduğum yerde kısa bir süre beklemiş, sonrasında da aceleyle yanına gitmiştim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Sevinmeli miydim? Yoksa tepkisiz kalmaya devam mı etmeliydim? Kararsızdım. Ama bu karasızlık fazla uzun sürmemişti. Daha fazla tepkisiz kalamazdım.
Kapıyı açıp zayıf bedenini kucaklayarak içeri götürdüğümde fark etmiştim ne kadar hafif olduğunu. Zaten ufak tefek olan bedeni, kollarımdaki hafifliğiyle birlikte daha da çelimsiz görünmüştü gözüme.
Başta birkaç kez kıpırdansa da onu yatağa yatırdığımda uyanmamış, derin uykusuna birkaç iç çekişle birlikte kaldığı yerden devam etmişti.
Bakışlarım kızarık gözlerine gitti önce, ardından sağ yanağının hemen üzerindeki morluğa takıldı. Dayak yemiş olmalıydı. Ellerim tereddütle üzerindeki eski monta gitti. Rahat uyuyabilmesi için onu çıkarmalıydım. Gördüklerim yüzünden pişman olmadan önce öyle düşünmüştüm en azından.
Tişörtünün açık bıraktığı teninde birçok kesik ve morluk görebiliyordum. Tanımayan veya hiç bilmeyen biri onun, kendine zarar vermeyi seven şu mazoşist ergenlerden biri olduğunu düşünebilirdi. Ama ne yazık ki onlardan biri olmadığını biliyordum. Yine de durumun bu kadar vahim olduğunu bilmiyordum.
Sadece birlikteliğe zorlandığını ve sonrasında da serbest bırakıldığını düşünmüştüm. O lanet heriflerin, sadist fantezilerini üzerinde denediğini nereden bilebilirdim?
O yaraların nasıl olup da mikrop kapmadığını ya da onu öldürmediğini anlayamamıştım. Bu bir mucizeydi. Başka bir açıklama bulamıyordum.
Ömür başlı başına bir mucizeydi.
Gecenin bir yarısı çıkıp açık eczane bulmak benim için kolay değildi; ama onu o halde bırakamazdım. Son zamanlarda vicdanım beni çok fazla rahatsız etmeye başlamıştı ve eğer ona yardım etmezsem vicdanımın benin kesinlikle rahat bırakmayacağından da emindim.
Aceleyle eve geri dönüp poşetteki ilaçları yatağın yanına döktüm. Önce yaraların üzerini temizlemeliydim.
Aceleyle getirdiğim ıslak bezi derin yaralardan birine hafifçe bastırdım; ama bun yaptığım an Ömür acıyla inleyerek yerinden sıçramış ve kolunu aceleyle geri çekerek korkuyla bana bakmıştı.
Belki de ona zarar vereceğimi düşünmüştü bilmiyorum; ama gözlerinden belli belirsiz bir hayal kırıklığının geçtiğinden emindim.
Sorun olmadığını, sadece yaralarını temizlemeye çalıştığımı söylesem de ikna etmek pek kolay olmamıştı. Sonunda ikna etmeyi başardığımda ise gözlerindeki tereddüt parıltılarını hala görebiliyordum. Bana güvenmiyordu. Madem öyle neden bu halde kapıma gelmişti?
Belki de onun gözünde şu 'kötünün iyisi' durumundaydım? Doğrusu öyle olmamasını umuyordum.
Kolunu dikkatle tutup yaralarını temizlerken Ömür'ün bağırmamak ya da kendisini geri çekmemek için zorlandığını görebiliyordum; ama dayanmaya çalışması bana güvendiği anlamına gelirdi değil mi? Buna inanmak istiyordum. Yine de yaraların tamamını temizleyip elimden geldiğince pansuman yaptığım halde durumu pek iç açıcı değildi. Kesinlikle bir doktora görünmeliydi.
"Bir yerin ağrıyor mu Ömür?" demiştim hemen sonra dolu dolu olan gözlerine bakarken. Görmediğim birçok yerinin hala yaralar ve çürüklerle dolu olduğundan neredeyse emindim. Bu yüzden başını iki yana sallayıp ağlamaya başladığında yalan söylediğini tahmin etmek benim için pek de zor değildi.
Gözlerim soluk ve yorgun yüzünde gezinirken şimdilik uyumasının en iyi seçenek olduğuna karar vermiş ve aç olma ihtimaline karşın bir paket ramen hazırlamıştım. Elimdeki en acele yemek buydu ve Ömür'ün ilaç içmesi gerekiyordu. Fakat o benimle aynı fikirdeymiş gibi görünmüyordu.
Elimdeki tepsiyle içeri girdiğimde üzerine montunu geçirmiş gitmeye hazırlanmasının başka açılaması yoktu.
Ona neden yerinden kalktığını sorduğumda aceleyle teşekkür etmiş ve gitmesi gerektiğiyle ilgili bir şeyler geveleyerek, aceleyle evden çıkmıştı.
Ve beni elimdeki tepsiyle öylece koridorun ortasında bırakmıştı. Saat sabahın beşiydi tanrı aşkına! Nereye gitmesi gerekebilirdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahipsiz
General FictionO gün onunla parkta karşılaştığımda, benim için ne kadar değerli olabileceğini bilmiyordum. * Aceleyle gözlerini temizleyip gülümsemesi beklediğim bir şey değildi. O küçük gülümsemenin kalbimi bu denli hızlandırması da öyle...