Bölüm 44

1.8K 137 3
                                    

Eve dönüş yolunda ablamın yanına uğramanın iyi bir fikir olacağını düşünmüştüm.

Ömür üzerindeki kalın hırkaya iyice sokulmuş ve yol boyunca ne yaparsam yapayım yüzüme bakmamak konusunda inat etmişti. Zaten kafeye girdiğimizde de değişen bir şey olmamış, sessizce oturup sipariş vermemi beklemişti.

Tatil günlerimi onunla geçirmeyi seviyordum; fakat Ömür'ün o gün pek keyfi yok gibi görünüyordu. Bu yüzden ablamın ne olduğunu soran bakışları altında sessiz kalmaya devam ederek pastalarımızı yemiş ve yine aynı sessizlikle oradan ayrılmıştık.

İtiraf etmekten hoşlanmıyorum; ama günün geri kalanı da başladığı gibi geçip giderken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

"Ömür" demiştim sonunda daha fazla dayanamayarak. "Beni rahatsız etmiyorsun, ya da yük olmuyorsun."

Doğrusu, bunları söylerken karşılık olarak ne beklediğimden emin değildim. Sadece, söylemek istemiştim ve karşılığında ise aldığım kısa bir bakış ve küçük bir gülümseme ile yetinmek zorunda kalmıştım. Doğrusu bundan şikâyetçi değildim. Vereceği en ufak tepki bile tepkisiz kalmasından iyiydi benim için.

Ömür o akşamüzeri kalkıp ona yardım edip edemeyeceğimi sorduğunda yemek yapmayı deneyeceği aklımın ucundan dahi geçmemişti.

Peki, hava tamamen karardığında çıkan sonuç pek de iç açıcı olmayabilirdi. Yemeklerin çoğu kısmı yanmış, sağlam kalan kısımları ise aşırı baharat yüzünden yenemeyecek hale gelmişti. Ve o tüm bunları yaparken benim tek yaptığım sebzeleri doğramasına yardım etmekten başka bir şey değildi. Sonrasında hiçbir şeye dokunmama izin vermemiş ve tekrar büyüdüğünü vurgulayarak kendisi yapabileceğini söylemişti.

Bunu neden yaptığından emin değildim. Ya da neyi kanıtlamaya çalıştığından. Ama beni memnun etmek için uğraştığı konusunda küçük bir tahminim vardı.

Bu yüzden sipariş ettiğim yemeği Ömür'ün önüne itmiş ve yaptığı her şeyi kendim yemiştim. Bunu yapmanın pek kolay olmadığını itiraf etmeli miyim bilmiyorum; ama bu tanrı aşkına... O gece Ömür'e yemek yapmayı kesinlikle yasaklamalıydım. Fakat yaptıklarını yediğimde ne kadar mutlu olduğunu görmem bunu yapmama engel olmuş, yasaklamak yerine ona yemek yapmayı öğretmeye karar vermemi sağlamıştı.

Tanrım, attığı kaçamak bakışlar kalbimi hızlandırıyordu. Bu yüzden çoğu zaman bakışlarımı kaçırır ve onu görmezden gelmeye çalışırdım. Fakat ne mümkün, ne yaparsam yapayım bunu başaramazdım.

*

Ağrılar konusunda bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum; fakat tanrı aşkına, ne yapmam gerektiğinden bir türlü emin olamıyordum.

Ömür sürekli olarak belini ovalayıp duruyor, hemen ardından dönüp bana çekingen bir bakış atarak başka bir şey ile ilgilenmeye başlıyordu.

Açıkçası, şikâyetlerini bana değil de o çok korktuğu doktorlardan birine anlatmış olması canımı sıkmıyor değildi. Ama iyi yönden bakınca bu artık onlardan o kadar da korkmadığı anlamına geliyordu. Ömür yavaş yavaş bir şeyleri aşmaya başlamıştı ve bu nerden bakarsam bakayım iyi bir şeydi.

Yine de kendi başına çözemeyeceği şeyler vardı, bel ve bacak ağrıları da kendi başına çözemeyeceği şeyler grubuna giriyordu. Bu konuda iyi bir baba adayı olarak eşime destek çıkmalıydım.

Bu yüzden işe internetten nasıl masaj yapabileceğime dair araştırmalar yaparak başlamış, hiç huyum olmadığı halde eşi yeni doğum yapmış olan matematik öğretmeninden bir kaç tüyo almayı da ihmal etmemiştim.

Adam başta şaşkınlıkla bana bakmış, evli olduğumu bilmediği ile alakalı bir şeyler söylemiş ve gülümseyerek tebrik etmişti. Hemen ardından gözlerinin yüzük arayışı içinde ellerime kaydığını hatırlayabiliyorum.

İnsanlarla konuşmayı sevmememin en büyük nedenlerinden biri buydu sanırım. Açıklama yapmaktan nefret ediyordum. Ve hayatıma aldığım her insan, farklı konularda açıklama yapmamı gerektirecek yeni birer yük gibi geliyordu. Belki de yanlış düşünüyordum, bilmiyorum; ama öyleydi işte.

Eğer biriyle konuşmaya başlarsan sorduğu sorulara cevap vermen ve gerekli gereksiz tüm söylediklerini dinlemen gerekirdi. Ve bunu yapmazsan kötü veya saygısız biri olduğun düşünülürdü. Sen de öyle düşünmelerinden korktuğun için olmadığın biri gibi davranmak zorunda kalır, git gide kendi benliğinden uzaklaşır ve sonunda da onu tamamen kaybederdin.

Ortada senden geriye bir şey kalmazdı.

Her zaman böyle olmasından korkan biri olmuştum. İnsanlara katlanmamak ve bu tür saçma sapan korkulara düşmemek için etrafıma duvarlar örmüş, ailem dışında kimsenin içeri girmesine izin vermemiştim.

Ya da tüm bunlar da aşırı bencilliğimin sonuçlarından başka bir şey değildi. Tek istediğim kendimden başka kimseyi düşünmemekti ve bu da kendi korkularım isteklerim içinde boğulmama sebep olmuştu. En azından o zamana kadar işler bu şekilde ilerlemişti.

Ömür ailem dışında içeriye adım atmayı başaran ilk kişi olmuştu. Ve bilirsiniz, taviz tavizi doğururdu. Onun peşinden o gün konuştuğum öğretmen olan Murat gelmişti. Ve sadece bir kaç gün sonra kendimi küçük bir tebrik kutlamasının ortasında, onca zaman tek kelime etmediğim onca insan ile muhabbet ederken bulmuştum.

Peki, bundan şikâyetçi olduğumu söyleyemezdim. Çünkü itiraf etmek gerekirse hiçbir şey sandığım kadar korkutucu değildi. Konuşacak, mutluluklarını ve endişelerini paylaşabileceğin birilerinin olması iyiydi.

O günden sonra okul eskisi kadar sıkıcı bir yer olmamaya başlamıştı üstelik.

Bayan öğretmenlerin çoğu eşime karşı ne kadar hassas olmam gerektiği konusunda beni uyarıp duruyor, sonra da eşlerinin ilgisizliğinden şikâyet edip kendi aralarında sohbet etmeye dalıyorlardı.

Öte yandan Murat mükemmel bir koca olduğunu iddia ederek onlara destek çıkıyor, ara ara öğrendiği bir kaç masaj taktiğini bile öğretiyordu.

*

Bir kaç gün sonra, aldığım masaj yağları ile eve dönerken, tesadüfen gördüğüm bir iç çamaşırı mağazasının önünde durmuş, aklıma gelen şey ile aptallığıma defalarca kez küfrederek şaşkınlıkla vitrindeki mankenlere bakmıştım.

Onca zaman Ömür'ün bir kadın olduğunu zaten biliyordum. Üstelik onun için birçok kıyafet ve bir kaç iç çamaşırı bile almıştım; fakat tanrı aşkına, büyüyen göğüsleri için bir şeyler almak bir kez olsun aklıma dahi gelmemişti.

Oysa tek kelime etmeden giydiği geniş kıyafetlerle vücudunu saklamaya çalışıp durmuş, bana söyleyemediği için kendine eziyet etmeye devam etmişti.

İçeri girip onca şey arasından en masum olanını bulmak ya da bedenini tahmin etmek pek de kolay olmamıştı; fakat sonunda aldıklarımla dışarı çıkmayı başardığımda, sıra onları Ömür'e nasıl giydireceğime gelmişti.

Daha sonra bunun için ablamı çağırmaya karar verdiğimde yiyeceğim azarı çoktan göze almıştım.

Zaten ablam da beni pek şaşırtmamış, aklına gelen tüm hakaretleri saydıktan hemen sonra enseme attığı tokadın ardından yardım etmeyi ancak kabul etmişti.

Ömür'ün yeni kıyafetlerine alışması tanrıya şükür ki bir kaç günden uzun sürmemişti. Fakat ne yazık ki alışma süreci boyunca benden olabildiğince uzak durup ilk zamanlar olduğu gibi kendi yatağında uyumayı da ihmal etmemişti.

Hal böyle olunca masaj şansım da ertelenmiş ve buna bağlı olarak Ömür'ün uykusuz geçirdiği süre biraz daha artmıştı.

Tanrı şahidimdi ki aptalın tekiydim ve ciddi anlamda ona nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmiyor, yararlı olmaya çalıştığım her seferinde istemeden bir yandan da zarar veriyordum.

Bu yüzden bir an için her şeyi akışına bırakmayı düşünmüş, hemen ardından vaz geçerek bunun yapabileceğim en saçma şey olduğunda karar kılmıştım. 

SahipsizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin