Bölüm 35

2.1K 150 6
                                    

Bir hafta kadar sonra ablamdan aldığım telefon ile artık Ömür ile konuşmanın vaktinin geldiğine karar vermiştim. Sonuçta 2 aya yakın bir zamandır birlikte yaşıyorduk ve artık bana neredeyse tamamen alıştığını söyleyebilirdim. Peki, elbette arada hala bir kaç küçük utangaçlık problemi olabiliyordu; ama kimin umurundaydı? Birçok şeyin, en başta da bir takım önyargılarımın üstesinden gelmeyi başarmıştık, bunu yalnız yapmamıştım. Ömür'ün etkisi inanılmaz ölçüde büyüktü, bu yüzden geri kalan ufak pürüzlerin de üstesinden kolayca geleceğimizden emindim.

Bu konuda kendime güveniyordum.

Fakat bir konuda fazlasıyla kararsızdım. Evlilik teklifini nasıl yapacağım konusu kafamı karıştırıp duruyordu. 'Bir yanım ne önemi var?' Deyip geçiştirmeye çalışırken daha baskın olan yanım küçük bir sürprizin bile onu fazlasıyla mutlu edeceğini fısıldayıp duruyordu. Ve ben onu mutlu etmek istediğimden kesinlikle emindim.

Tanrı aşkına, romantik filmlerden bile hoşlanmayan ben, nasıl romantik bir teklif hazırlayabileceğimi düşünüyordum.

Annem çoğu zaman ilerideki eşim için üzüldüğünü, çünkü benim fazlasıyla ilgisiz bir koca olacağımı söyleyip dururdu. Fakat yanılıyordu. Sanırım romantik olabilmek için hayatıma doğru kişinin girmesini beklemiştim hepsi buydu. Bana ilgi gösteren her kıza ilgi gösterecek olsam eşim olacak kişinin diğerlerinden ne farkı olacaktı?

Çoğu zaman bu şekilde düşünmüştüm. Benim için doğru olan buydu. Daima eşim için özel olmak istemiştim ve şimdi de bunun için uğraşıyordum. Açıkçası amacım asla dokunmak veya cinsel ihtiyaçlarımı tatmin etmek olmamıştı. Daima sevdiğim kişinin ruhuna dokunmak ve o ruha âşık olmak istemiştim; fakat asla Ömür'ünki kadar saf bir ruh bulabileceğimi düşünmemiştim. Onu hak ediyor muydum bilmiyordum; ama bunun için elimden geleni yapacağımı biliyordum.

Durup bir süre düşündüm, ablamdan yardım istersem bana gülüp gülmeyeceğini merak ediyordum. Açıkçası alay konusu olmak istemiyordum; ama yardım isteyecek başka kimsem de yok gibi görünüyordu. Peki, belki de nankörlük etmiştim, çünkü ablam tek kelime etmeden yardım isteğimi kabul etmiş, üstüne bir de tebrik etmişti. Bunun beni şaşırttığını itiraf etmeliydim, çünkü aynı şeyi o isteyecek olsa kesinlikle alay etmeden kabul etmezdim. Aptalın teki olduğumu kabul ediyordum.

Ablam Ömür'ü gezmek için davet etmeden önce yüzük seçmemiz gerektiğini söylemişti; fakat sorun şuydu ki hiçbir beden ölçüsünü bilmediğim gibi parmak ölçüsünü de bilmiyordum. Bunu itiraf ettiğimde ablam durup kaşlarını çatarak bana bakmış, sonra da onunla alay edip etmediğini sormuştu. Planımın biraz vakit alacağı, az biraz da uğraştıracağı şimdiden belli oluyordu. Parmak ölçüsünü bilmeden bir yüzük alamazdık, neyse ki ablam bunun için de anında bir çare bulmuştu. Kesinlikle pratik bir zekaya sahip olduğunu itiraf etmeliydim.

Birlikte eve gittiğimizde Ömür eline almış olduğu kitabı şaşkınlıkla yere bırakmış, gözlerini üzerimize dikerek yavaşça yerinden kalkmıştı. Gelişimizi beklemediği ortadaydı.

Yine de ablam dışarı çıkmayı teklif ettiğinde önce heyecanla yerinden sıçramış, sonra da izin isteyen bakışlarını bana çevirmişti. Başımla onayladığımdaysa aceleyle dolaptan bir kaç şey çıkarmış, kucağına doldurduğu kıyafetlerle banyoya koşturmuştu.

Bu planın küçük bir parçasıydı. Ablam onu dışarıya çıkaracak, sonra da yeni bir yüzük almak istediğini söyleyerek bir kaç kuyumcuya girecekti. Bu sırada Ömür'e da bir kaç yüzük denetmeyi ihmal etmeyecekti. Böylece hem parmak ölçüsünü öğrenebilecektim, hem de beğendiği bir kaç modeli öğrenebilecektim.

İtiraf etmeliydim ki işin en zor kısmı kılık değiştirip Ömür'e yakalanmadan hemen onların ardından kuyumcuya girmekten başka bir şey değildi. Yine de küçük planımız bir kaç kuyumcunun, şüpheli tavırlarım yüzünden beni hırsız sanması dışında harika geçmiş ve günün sonunda aldığım gümüş renkli iki alyans ile küçük bir pastaneye ulaşmayı başarmıştım.

Geriye sadece eve gidip Ömür'ün dönüşünü beklemekten başka bir şey kalmamıştı.

Mutluydum, heyecanlıydım. Öyle ki park girişinde Eren ile karşılaşmam bile moralimi bozmak için yeterli olamazdı. Tabi o lanet çenesini açmış olmasaydı.

Gözlerini üzerime dikmiş, uzun süre de çekme gereği duymamıştı. Her ne kadar başta umursamamış olsam da yol boyunca izlenilmek, bilindiği üzere pek de hoş bir his değildi; fakat sorun çıkarmak istemiyordum. Ah hayır, sorun çıkarmak o gün için isteyeceğim son şey bile değildi. Bu yüzden gözlerimi kapatıp derin bir nefes almış ve sessizce yoluma devam etmiştim.

"Ömür'ü uzun zamandır parkta göremiyorum." Demişti sonunda imalı sesiyle.

Dönüp bakmadım. Eve kısa bir mesafe kalmıştı. Sabredebilirdim. Evet, evet. Yapabilirdim. Ya da sadece öyle inanmak istiyordum, çünkü tanrı da biliyordu ki sabredemeyecektim.

"Onu eve mi aldın? Hm? Bir kaç küçük gece senin için yeterli olmuyor mu?"

Yürümeye devam ettim, ya da bunun için çabaladığımı söylemem daha doğru olurdu. Çünkü kolumu tutup kendine çevirerek, bencillik etmeyi kesmemi ve Ömür'ü onlarla paylaşmaya devam etmemi söylemesi dayanabileceğim son nokta olmuştu ve bundan zarar gören tek kişi de yine ben olmuştum.

Pasta kutusunu suratına geçirdiğim için pişman olduğumu daha sonra polis memurlarına da söylemiştim elbette sonuçta onu Ömür için almıştım ve o tek lokma dahi yiyememişti; ama hiçbir şey beni o piçin kaburgalarından birini kırdığım için pişman edemezdi. Açıkçası ablam ve Ömür'ün tanıklığından sonra sadece para cezası ile kurtulabileceğimi biliyor olsam çok daha fazlasını yapabilirdim. Fakat şans işte, onların hemen arkamdan, bir kaç metre geriden geldiklerinden haberim dahi yoktu.

Ablam tesadüfen Eren'in söylediklerini duymuş, ben ona saldırdığımda ise Ömür korktuğu için aceleyle uzaklaşmışlardı. Çok geçmeden polis merkezine götürüldüğümüzde ise sözlü olarak tahrik edildiğim konusunda şahitlik etmiş ve birinin kendi eşleri hakkında bu şekilde konuşması halinde nasıl davranacaklarını sorarak sadece nefsi müdafaa olduğunu iddia etmiş, sonrasında da bu konuda tek bir bilgisi dahi olmadığı halde uzun bir nutuk çekmeyi ihmal etmemişti.

Ablamın iyi yaptığı bir kaç şey varsa eğer, bunlardan birinin de kesinlikle bilmediği şeyler hakkında tüm bilgilere sahipmiş gibi konuşabilmesi olduğunu söyleyebilirdim. Bazen o kadar çok konuşurdu ki konunun ne olduğunu dahi unutur, söylediklerini onaylamaktan başka bir şey düşünemezdiniz. Kendi doğrularını size kolayca kabul ettirebilirdi ve saatlerce hiç durmadan konuşabilirdi. Fakat tanrıya şükür ki memurlardan biri o kadar konuşmasına fırsat tanımadan Ömür'e dönmüş, söylenenleri onaylayıp onaylamadığını sormuştu. Ömür ise tek kelime etmeden gözlerini kaçırmış ve sessizce başıyla onaylamakla yetinmişti.

Çekindiğini görebiliyordum. Fakat kelepçeli ellerimle yerimden kalkıp onu cesaretlendirebilmem ne yazık ki mümkün değildi. Bu yüzden tüm yapabildiğim oturduğum yerden gözlerimi üzerine dikmek ve bana bakması için dua etmek olmuştu. Ömür ise bir kez olsun başını kaldırıp yüzüme bakmamış, tüm gece ablamın kabanına tutunup gözlerini kaçırmaya devam etmişti.

Bunun beni incittiğini itiraf etmeliydim. Neden bu şekilde davrandığını anlayamamıştım. 

SahipsizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin