Bölüm 48

1.9K 138 1
                                    

Sonraki bir kaç saat Ömür'ün yanında kalıp uzun uzadıya yüzünü izlemiş ve ne yapacağımı düşünüp durmuştum.

Onun bir parçası olduğu sıralar bebek gözüme çok da büyük bir problem gibi görünmemişti. Hala bir problem olduğunu söyleyemezdim aslında, küçücük bir bebeğin kime ne zararı olabilirdi ki sonuçta. Fakat annesinin bedeninden ayrıldığı an, var olan her şey onun için bir tehdit unsuru haline gelmişti.

Tanrım, bu beni cidden korkutuyordu.

Çoğu zaman Ömür ile ilgilenmek bile benim için yeterince büyük bir endişe sebebiyken; küçücük, kendi başına bir gün dahi hayatta kalamayacak bir bebeğin sorumluluğunu almak gözüme fazlasıyla korkutucu görünüyordu.

Aslında bazı zamanlar bu düşüncelerimin sebebinin bebeğin genetik olarak benim olmamasıyla bir ilgisi olup olmadığını merak ediyordum; fakat bunu düşünmek için de fazlasıyla zamanım olmuştu. Genler pek de önemli değildi. Beni korkutan tek şey dünyayı hiç görmemiş küçücük bir varlığın sorumluluğunu almaktı.

Bu hiç de kolay bir şey değildi.

Onu düzgün bir şekilde büyütebilecek miydim?

Tüm o tehlikelerden koruyabilecek miydim?

Gerçekten iyi bir gelecek sağlayabilecek miydim?

İyi bir ebeveyn olabilecek miydim?..

Binlerce soru aklımın içinde dolaşıp duruyor, kendileri için bir cevap bulmak için kıvranıyorlardı. Bu kargaşanın başımı ağrıtmaya başladığı ise benim için ürkütücü bir gerçekti.

Henüz Ömür'ün karnındayken, endişe ettiğim tek şey sağlıklı bir şekilde doğup doğmayacağıydı; oysa şimdi olaylar tahmin edemeyeceğim kadar fazla büyümüştü. Ya da ben çok fazla düşünüyordum emin değilim. Fakat tanrı aşkına bunlar düşünülmesi gereken şeylerdi! Ve ben lanet bir şekilde düşünmeden duramıyordum.

Bazı zamanlar hiçbir şey düşünmeden yaşamayı çok istiyordum; ama ne yazık ki küçük bebeğiniz henüz doğmuşsa ve daha evlenmeyi bile başaramadığınız eşiniz bir miktar yardıma muhtaçsa bunu yapmanız pek de mümkün olmuyordu.

Yine de iyi şeyler düşünmeliydim. Her şey iyi olacaktı. Evet, evet iyi olacaktı. Olmak zorundaydı!

Sonraki yarım saat boyunca – ablam gelene kadar - olabilecek iyi şeyleri düşünmeye çalışıp durmuştum; fakat bu, benim gibi hayatının büyük bölümünü karamsarlık ile geçirmiş biri için pek de kolay değildi.

Ne zaman iyi bir şey düşünecek gibi olsam, hemen ardından aklıma kötü bir şey geliyordu.

Bebek tanrıya şükür ki sağlıklıydı; ama ya onu eve götürüp yatağın üzerine bıraktığımızda yuvarlanıp yataktan düşer ve başına bir şey gelirse?

Ya emeklemeye başladığında ayağa kalkmak için dolaba tutunur ve dolap üzerine düşerse?

Ya da yürümeye başladığında dış kapıyı açık unutursak ve o da evden çıkıp binanın merdivenlerinden yuvarlanırsa?

Yürümeye başladığı zamanı hayal ettiğimde bile kalbim heyecanla çırpınırken hemen ardından gelen kötü düşünceler tüm hevesimi kırıyor, beni korkunç bir bunalımın içine sürüklüyordu.

Tanrım elimde değildi ve ben lanet düşünceler yüzünden ağlamak üzereydim.

Üstelik bebeği henüz görmemiştim bile! Tanrı affetsin; fakat korkularım beni daha ilk saatlerden sorumsuzun tekine dönüştürmüştü ve ben geleceği hayal dahi edemiyordum.

Ablamın attığı tokada şükredeceğim, ömrüm boyunca aklıma gelecek olasılıklar arasında bile değildi. Fakat o an içine düştüğüm düşüncelerden beni kurtarabilecek tek şeyin o tokat olduğu da su götürmez bir gerçekti.

Kendime gelmeyi zar zor başarıp ne olduğunu anlamak için şaşkınlıkla etrafıma bakındığımda, ablam çattığı kaşları ile gözlerini bana dikmiş ve iyi olup olmadığımı sorarak, beni birçok kez dürtmesine rağmen onu bir türlü duymadığım için tokat atmak zorunda kaldığını söylemiş, hemen ardından da kızaran yanağım için özür dilemişti.

Açıkçası o an yanağımın kızarması umurumda dahi değildi.

Tek ihtiyacım olan biraz hava almak ve bu olumsuz düşüncelerden bir an önce kurtulup Ömür'ün yanına geri dönmekti.

Doğumda yanında olamamıştım ve o an bana ne kadar ihtiyacı olduğunu hayal dahi edemezdim. Bu yüzden en azından uyandığında yanında olup onu sakinleştirmeliydim. Bebeğin yanında olmadığını gördüğünde korkabilirdi ve yanına gelecek her hangi bir hemşire onu daha fazla korkutmaktan başka bir şeye yaramazdı.

Ablam beni koridora sürüklediğinde ümit ettiğim, bahçeye çıkmak ve belki bir bardak kahve içmek olabilirdi; ama o bunun yerine beni bebeklerin olduğu ünitenin önüne ittirmiş ve ne kadar aptal olduğum ve bebeği görmeye dahi gelmediğim hakkında homurdanmıştı. Sonra da parmağıyla pusetlerden birini göstererek oradaki çirkin ufaklığın kızım olduğunu söyleyip kıkırdamıştı.

O küçük, çirkin şeyi Ömür'ün doğurduğuna inanmak istemiyordum. Tanrı aşkına, hayır, güzel falan değildi; fakat çirkinliği yüzümde oluşan aptal sırıtışı da engellemiyordu. Hayatımın sekiz ayını neye benzediğini dahi bilmeden onunla geçirmiştim ve sanırım bu da bir ebeveyni gerçeklikten uzaklaştıran en büyük etkenlerden biriydi.

Ona verdiğiniz değer, harcadığınız zaman tüm kusurlarını gözünüzde yok ediyor ve hayatınıza dâhil olan ufaklığı zihninizde görüp görebileceğiniz en mükemmel varlığa çeviriyordu.

Nana ona baktıktan sadece birkaç saniye sonra benim için dünyadaki en mükemmel bebeğe dönüşmüştü. Küçük kırmızı suratını buruşturarak ağlamaya başladığında bile mükemmelliğinden bir şey kaybetmemişti.

Peki, biraz fazla nazlı bir bebek olabilirdi; ama kimin umurundaydı? O benim küçük prensesimdi.

O gün onu gördüğüm ilk an tüm endişelerim bir anda minik kabarcıklara dönüşmüş ve uçuşarak ortadan kaybolmuşlardı.

Ömür birkaç saat sonra uyandığında tahmin ettiğim gibi ilk korkuyla etrafına bakınmış, hemen ardından ise yorgun gözlerini bana çevirmiş ve kucağımda gördüğü bebek ile sessizce ağlamaya başlamıştı.

Ne kadar bitkin olduğunu görebiliyordum.

Gözaltları saatlerdir uyumasına rağmen günlerdir uykusuz kalmış gibi koyu halkalar ile belirginleşmiş, teni ise beni korkutacak kadar beyazlamıştı. Konuşmak o an için işkenceden farksız görünüyordu sanırım. Çünkü Ömür tek kelime etmeden uzun süre beni ve bebeği izlemiş, sonrasında ise ona bir kez olsun dokunamadan tekrar uyuya kalmıştı.

SahipsizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin