Ömür tekrar tekrar özür dileyip sessizce ağlamaya başladığında ona kızamayacağımı kesinlikle biliyordum. Bu yüzden sorun olmadığını söyleyerek, yolculuk için aldığım abur cuburlar arasından bir çikolata çıkarıp vermiş ve onu ancak bu şekilde susturabilmiştim. Tanrım, cidden hala küçük bir çocuktu, yaptığımdan pişman olmamalıydım.
Otobüsten indiğimizde Ömür suçlulukla gözlerime bakmış, ardından cebinden çıkardığı çikolatayı ikiye bölerek yarısını bana uzatmıştı. Ben ise ona sorun olmadığını söylemiş ve çikolatasını geri vermeyi denemiştim; fakat Ömür bazı zamanlar gerçekten inatçıydı, bu yüzden başını iki yana sallayarak bir kaç adım geri gitmiş ve paylaşmak istediği konusunda diretmişti.
Boyun eğmekten başka şansım yoktu.
Ben de bir taksi tutup adresi tarif etmiş ve sessizce annemin aşırı tepki vermemesi için dua etmeye başlamıştım.
Ömür'ün pencereden etrafı izlerken ne kadar heyecanlandığını görebiliyordum. Ara ara mutlulukla kıkırdıyor, dönüp bana kısa bir bakış atıyor ve pencereye geri dönüyordu. Eve ulaşana kadar Ömür buğulanan pencereye onlarca karalama yapmış, silmiş ve aynı şeyi tekrar etmişti.
Sonunda büyük müstakil eve ulaştığımızda Ömür'ün fazlasıyla yorgun düştüğünü tahmin edebiliyordum. Kızaran gözleri tahminlerimi doğrularken Ömür'e küçük bir gülümseme vermiş ve karşılığını da aynı şekilde almıştım.
Tanrım, gerginlikten ölmek üzereydim. Bu yüzden durup derin bir nefes alıp tanrıya dua ederek parmaklarımı Ömür'ünkilere dolamış ve valizimi sürükleyerek kardan arındırılmış taşlık yolda ilerlemeye başlamıştım.
Gittiğinden beri neredeyse 1 ay geçmişti ve ben annemi bir kez olsun aramaya cesaret edememiştim. Bu yüzden bana fazlasıyla sinirli olduğunu tahmin etmem imkânsız değildi. Tanrım, büyükannemin varlığı beni ilk kez mutlu ediyordu, çünkü biliyordum ki annem onun yanında bana asla bağırmazdı.
Bir kaç yıl önce çok sevdiği öz gelini onu kapı dışarı ettiğinde annemin yanına taşınmaktan başka çaresi kalmamıştı. İtiraf etmeliyim ki o zamanlar annemin yerinde olsam, yaptığı onca şeyden sonra onu hayatta kabul etmez, kapıdan içeri adım atmasına dahi izin vermezdim. Fakat annem benim aksime fazla merhametliydi.
Babam onu eve getirdiğinde tek şikâyet etmemiş ve kalkıp misafir odasını onun için düzenlemek ile yetinmişti. Bana göre bu aptallıktan başka bir şey değildi, anneme göre ise yaptığı sadece insanlıktı.
"Eğer gerçekten insan olduğunu düşünüyorsan, düşene kalkması için yardım edersin. Aranızda ne geçmiş olursa olsun" Demişti. "Herkes hata yapar."
Annem haklıydı. Büyükannem zor durumdaydı. Ve o sadece insanlık görevini yapmıştı. O zamanlar insan olmayan bendim.
*
Tereddütle çaldığım kapı gıcırdayarak açıldığında büyük annemin içeriden kapının yağlanması gerektiği ile ilgili homurdandığını duyabiliyordum. Fakat o an bundan çok daha önemli şeyler vardı.
Annem üzerindeki mutfak önlüğü ile karşımda durup şaşkınlıkla bana bakması ve hemen ardından şaşkınlığının yerini kaş çatışına bırakması gibi.
Bizi içeri alırken tek kelime etmemiş, sadece surat asarak birbirine kenetli ellerimize bakmak ile yetinmişti.
Bunun beni hayal kırıklığına uğrattığını itiraf etmeliydim.
Tanrım, bir şekilde vicdanımı rahatlatmam gerekiyordu ve ben bunu tam olarak nasıl yapacağımı dahi bilmiyordum. Ya da ne beklediğimi?
Kafam ciddi manada karışıktı.
Bir yanda annemi kırmış olmanın suçluluğu, diğer yanda Ömür'ü bir süreliğine de olsa bırakacak olmanın suçluluğu...
Doğrusu, annemin beni eninde sonunda affedeceğini biliyordum; fakat Ömür konusun ile nasıl başa çıkacağımı ya da daha önemlisi Ömür'ün bununla nasıl başa çıkacağını bilemiyordum.
Annem elimdeki bavulu aldığında başta ne söyleyeceğimi bilememiş, hemen ardından Ömür'ün yorgun olduğu ve uyuması gerektiği hakkında bir şeyler mırıldanmıştım. Annem ise tek kelime etmeden başı ile onaylayıp sessizce yolu göstermişti.
Salondan geçerken Büyükannem gözlüklerinin üzerinden bize ters bir bakış atsa da onu umursamayarak sessizce peşimden gelen Ömür'ü çekiştirmeye devam etmiştim.
Annem valizi odanın bir köşesine bırakıp bizi baş başa bıraktığında kısa bir süre odamı inceledim. Annem, çocukluğumu geçirdiğim o odaya ben evden ayrıldıktan sonra dahi hiçbir şekilde karışmamış, eve her gelişimde beni orada ağırlamaya devam etmişti. Ömür'ün da burada ağırlanacağı apaçık belliydi. Doğrusu bundan memnundum. Benim odamda kalması onu biraz olsun sakinleştirebilir, baktığı her yerde benden küçük bir parça bulabilirdi.
12 yaşındayken çizdiğim ve sonrasında annemden dayak yediğim halde silmesine izin vermediğim çizimler hala duvarın bir köşesinde öylece duruyordu. O kısımdaki boya çoktan dökülmeye başladığı halde 17 yıldır dayanmayı başarmıştı. Fakat daha fazla dayanamayacağı da ortadaydı. Bu yüzden sonrasında bir kutu boya alıp o kısmı da boyamayı aklımın bir köşesine yazmış fakat o boyayı hiçbir zaman almamıştım. Bunun yerine hala çekmecemde duran ve çoktan çürüdüğünü düşündüğüm pastel boyaları çıkarıp duvar boyasının sağlam olduğu bir kısma küçük bir çöp adam çizmiştim.
Ömür merakla beni izlerken üzerine bir de büyük harflerle Ömür yazmış ve küçük bir kalp eklemiştim.
Ömür heceleri okumayı bitirdiğinde yorgun gözleriyle bana bakıp kıkırdamış, sonra da annemin beni döveceğini söylemişti. Gülümsemesini seviyordum ve gülmeye devam edeceğini bilsem annemi çağırıp beni dövmesi için yalvarabilirdim bile. Fakat bunun yerine sadece sorun olmadığını ve artık uyuması gerektiğini söylemiş, sonra da o uykuya dalana kadar yanında uzanmayı kabul etmiştim.
Salona geri döndüğümde annem ve büyük annemin gerginlikle bir şeyler fısıldaştıklarını duyabiliyordum. Büyük annem kaşlarını kaldırarak böyle bir şeyin nasıl olmuş olabileceğini, öldürülmesi gerektiğini söylüyor, annem ise hayal kırıklığı ile başını iki yana sallamakla yetiniyordu. Peki, başta konuşma konusunun ben olduğumu düşünmüş ve fazlasıyla gerilmiş olabilirdim; fakat durduğum yerden dinlemeye devam ettiğimde konunun benimle değil de tilkiler tarafından tek tek öldürülen tavuklar ile alakalı olduğunu öğrenmem pek uzun sürmemişti.
Tanrım, bu saçmalıktı. Ben eve 5 aylık hamile biriyle geliyordum ve onlar oturmuş tavuklar hakkında konuşuyordu?!
Bu durum sinirlerimi bozmuştu. Ben de kaşlarımı çatarak sessizce içeri girip kanepelerden birine oturmuş ve ben geldiğim anda sessizleşen ortamda kısaca gözlerimi gezdirmiştim.
Annem tekrar surat asıp bakışlarını başka yöne çevirirken, büyük annem de onaylamadığını belirten bir ses ile aynı şeyi yapmış ve başını açık televizyonda oynamaya devam eden reklama çevirmişti.
İtiraf etmeliyim ki yaptıkları hareket bana fazlasıyla çocukça geldiğinden artık o kadar da gergin hissetmediğimi fark etmiştim.
Üstelik annemin, surat astığı halde bana kısa bir bakış atıp mutfağa gitmesinden ve peşinden gittiğimde de Ömür'ün nelerden hoşlandığını sormasından, artık o kadar da kızgın olmadığı anlamını çıkarmam pek uzun sürmemişti. Annemin merhametli bir olduğunu biliyordum. Ömür'ü kolaylıkla kabul edecekti. Fakat Ömür'ün bunu kabullenmesi pek de kolay olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahipsiz
General FictionO gün onunla parkta karşılaştığımda, benim için ne kadar değerli olabileceğini bilmiyordum. * Aceleyle gözlerini temizleyip gülümsemesi beklediğim bir şey değildi. O küçük gülümsemenin kalbimi bu denli hızlandırması da öyle...