Bölüm 47

1.9K 141 1
                                    

Sonraki gün göğsümde hissettiğim ağırlık ile uyanmak itiraf etmeliyim ki beklediğim şeyler arasında değildi.

Ömür göğsüme yasladığı başıyla yanıma kıvrılmış uyurken başta ne yapacağımı bilememiş, sonrasında ise üzerimdeki yorganı onun üzerine atarak sessizce beklemeye başlamıştım.

Nasıl davranmam gerektiğinde emin değildim. En başından beri merak ettiğim her şey parça parça yerine oturmuş, tüm merakım bir gecede son bulmuştu. Fakat tüm gece düşündüğüm halde ne yapacağımdan bir türlü emin olamamıştım.

Belki de sadece akışına bırakmalı ve Ömür nasıl davranmaya devam ediyorsa ben de ona göre devam etmeliydim.

O zaman bana en mantıklı gelen seçenek buydu. Bu yüzden ben de öyle yapmış ve Ömür'ün ne yapacağını beklemeye başlamıştım.

Tanrım, aptalın tekiydim. Ne bekliyordum ki?

Ömür geriye kalan zamanı boyunca geçmişi hakkında tek kelime daha etmemiş, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmişti.

Çoğu zaman ona dinlenmesi gerektiğini söylediğim halde benim için yemek hazırlıyor, evin içinde turlamaya devam ediyordu.

Bazı zamanlar da pencereden parktaki çocukları izleyip gülümsediğini görürdüm; fakat Ömür ona dışarı çıkmayı ne zaman teklif etsem; sancısı olsun veya olmasın canının acıdığını söyleyerek karnını gösteriyor, hemen ardından kendisini yatağa atarak uyumak istediğini söylüyordu. Tüm bunların sonunda uyumadığını elbette biliyordum.

Sadece öylece durup uzun süre etrafı izliyor, ona neden henüz uyumadığını sorduğumda ise aceleyle gözlerini kapatıp uyuduğunu fakat bebeğin onu rahatsız ettiğini söylüyor sonra kalkıp sessizce oturarak etrafı izlemeye devam ediyordu.

Dışarıya çıkmayı neden istemediğini anlamak benim için imkânsızdı. En azından en başta öyle olduğunu düşünmüştüm.

Hava güzeldi. Bahar, beraberinde açan çiçeklerle birlikte hayatı tekrar canlandırmış; park, gelen çiftler ve çocuklar ile dolup taşmıştı.

Fakat eksik hissettiren bir şeyler vardı.

Evde olduğunu bildiğim halde gözlerim elinde balonlar ile dolaşıp çocuklara şeker dağıtan Ömür'ü aramaktan kendini alamıyordu. Belli ki onu arayan tek kişi ben de değildim. Yanlarından geçerken birkaç küçük çocuğun da kendi aralarında Ömür'ün neden artık parkta olmadığı hakkında konuştuklarını duymuştum.

Bunun beni mutlu ettiğini itiraf etmeliydim. Yokluğunu fark eden birileri vardı. Bu, neden bilmiyorum; ama rahatlatıcıydı. Fakat bunu fark edenlerin sadece çocuklar olmadığını görmem pek de uzun sürmemişti.

Birkaç gün sonra bebek için aldığım kıyafetlerle eve dönerken parkta gördüğüm birkaç kişi Ömür'ün neden dışarıya çıkmak konusunda bu kadar gönülsüz olduğunu görmem için yeterliydi.

Başına tekrar aynı şeylerin gelmesini istemiyordu. Bu yüzden de park kalabalıklaştıkça Ömür kendini eve daha da kapatmış, bebek için yapacağım alışverişlerde dahi bana katılmayı reddetmeye başlamıştı.

Sadece evde kalıp hangi renk kıyafet istediğini söylüyor, gerisini ise bana bırakmakla yetiniyordu.

Yeşili seviyordu. Bu yüzden aldığım tulumların çoğunda yeşil görmek mümkündü. Geri kalan kıyafetleri ise bebek doğduktan ve biz cinsiyetini öğrendikten sonra almaya karar vermiştik.

Doğrusu, Ömür bu konuyu pek de umursuyor gibi görünmüyordu. Sadece, bana güvendiğini söylüyor, sonra da son zamanlarda sık sık belirgin hareketlenmelerin olduğu karnını severek ona; uydurduğu hikâyeleri ve Momo nun ne kadar iyi bir köpek olduğunu; fakat iyilerin bile bir gün bırakıp gidebileceğini anlatıyordu. Sonra da doğduğunda akıllı bir çocuk olması konusunda bol bol tembihte bulunup babasının onu ne kadar sevdiğini söylüyordu.

Bunu yaparken bana bakıp yanına çağırmayı ihmal etmediğini hatırlayabiliyorum.

Her şeye rağmen hayat dolu olmayı başarabilmesi beni mutlu ediyordu. Moralim bozuk olduğu zamanlarda bile, bana verdiği küçücük bir kucaklamanın ne kadar iyi hissettirdiğini unutmamın mümkün olmadığını biliyorum.

Ömür kesinlikle görüp görebileceğiniz en sevimli hamileydi; ya da sadece ben onu öyle görmek istiyordum.

*

Dokuzuncu aya girdiğinde evdeki gerilim artık elle tutulacak cinstendi.

Bazı geceler uyumaya çalışırken Ömür'ün yanında kalıyor, kulağımı karnına dayayarak bir hareketlilik bekliyordum. Fakat bebek sandığımın aksine nadiren çok küçük hareketlerde bulunuyor ardından tekrar sessizliğe gömülüyordu.

Neden hareket etmediğini sorduğumda ise Ömür kısa bir süre karnına bakıp bilmediğini; fakat uyumuş olabileceğini söylüyor, çok geçmeden kendisi de uyuya kalıyordu.

Çoğu zaman, şiddetlenen sancıları yüzünden uykusunun yarım kaldığını biliyordum. Doktorun söylediğine göre Ömür sık sık yalancı sancılar ile baş etmek zorunda kalacaktı. Kalıyordu da.

Bazı zamanlar bir anda beliren acı ile olduğu yerde donuyor, nefes almakta dahi zorlanıyordu. Bunun beni deli gibi korkuttuğu bir gerçekti. Çünkü sürekli olarak yanında olamıyordum, gitmem gereken lanet bir işim vardı ve ben evde değilken doğumun başlayabilecek olması ihtimali kalbimin her an durabilecek kadar hızlanmasına sebep oluyordu.

Acıyı çeken ben değildim belki; fakat Ömür'ün acı ile kasılan, hemen ardından da ter ile kaplanan yüzünü görmek bana pek de iyi gelmiyordu.

Sonrasında ise her ne kadar güçlü kalıp sorun olmadığını söyleyerek gülümsemeye çalışsa da ellerinin titremeye başladığını ve gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.

Bu yüzden ablama bir anahtar vermiş ve evde olmadığım zamanlarda gelip sık sık kontrol etmesi için ondan küçük bir ricada bulunmuştum. Bu konuda ona ne kadar teşekkür etsem azdı. Ablam bize elinden gelen her konuda yardım etmeyi ihmal etmemişti.

*

Dokuzuncu ay yarılandığında bebeğin hareketleri iyice azalmış, buna karşılık Ömür'ün sancıları ise şiddetini iyice arttırmıştı.

Doğum ise bundan sadece birkaç gün sonra benim okulda olduğum sırada başlamıştı.

Ablam arayıp, onu kontrol etmek için eve gittiğinde doğumun çoktan başlamış olduğunu ve Ömür'ün çok fazla kan kaybettiğini söylediğinde bir an için zeminin ayaklarımın altından kaydığını hissetmiş, hemen ardından Murat'ın yardımı ile toparlanarak hastaneye ulaşmayı zar zor başarmıştım.

Tanrım. Çaresizlik korkunç bir şeydi ve ben en son annemin ameliyatı sırasında bu derece çaresiz hissettiğimi hatırlıyordum. Koridoru turlayıp duruyor, tırnaklarımı kemirmekten başka bir şey yapamıyordum.

"Hayır." Diyordum sonra kendi kendime. Ömür iyi olacaktı; bundan emindim. Yaşadığı onca şeye rağmen hayatta kalmayı başarmıştı, dünyaya getireceği yeni bir hayat onu alıp götüremezdi.

Götürmedi de.

Ömür kaybettiği yüksek miktardaki kana rağmen güçlü kalmayı başarmış; küçük, sevimli bir kız çocuğu getirmişti dünyaya.

Doğum ise beraberinde bir takım sorunları da ortaya çıkarmıştı. Artık kendimden o kadar da emin değildim.

İyi bir baba olabilecek miydim; ya da bebeği gerçekten tüm kalbimle kabullenebilecek miydim?

O an için aklımın pek yerinde olduğunu söyleyemezdim.

SahipsizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin