Hastaneden çıktığımızda Ömür'ün yüzündeki sıkıntıyı görmemek mümkün değildi. Moralinin bozuk olduğu açıkça belliydi; fakat ona sorunun ne olduğunu sorduğumda başını iki yana sallamış, tek kelime etmeden yürümeye devam etmişti.
Yolun çoğu da aynı şekilde sessiz geçmişti. Suskunluğu moralimi bozuyordu, bu yüzden onu mutlu etmenin bir yolunu bulmalıydım. Mutlu olduğunda genelde normalden daha konuşkan olduğu bir gerçekti. Fakat o gün onu mutlu etmek ne kadar mümkündü emin değildim.
Başta üzerine mont almadığı için üşüdüğünü düşünmüş, ona kendi montumu giydirmeyi denemiştim; fakat o giymek istemediğini ve pek üşümediğini söyleyerek bu konuda diretmişti. Ben de ikinci bir şık olarak açıkmış olabileceğini düşünmüş ve onu geleneksel yemeklerin yapıldığı güzel bir restorana götürmüştüm.
Ömür başta bir anlık heyecanla etrafına bakınarak elimi tutmuş, hemen ardından mekanda bize dönen bir kaç çift göz ile bakışlarını kaçırarak bir adım geri çekilmişti.
Rahatsız olduğunu görebiliyordum; fakat alışması ve insanların bakışlarını umursamamayı öğrenmesi gerekiyordu. İnsanlar her yerdeydi ve onların bakışlarından sürekli olarak kaçmak pek de mümkün değildi. Parkta nasıl dayandığını anlayamıyordum. Özellikle de benim taciz edici bakışlarım altında...
Yine de ona bu işkenceyi yapmayı istememiş, ilk girdiğimiz yerden çıkarak kapalı bölmeleri olan bir yere gitmeyi tercih etmiştim. Ömür'ün ilk restorana göre çok daha rahat olduğunu görebiliyordum. Fakat hala moralinin yerinde olduğunu söyleyemezdim.
Yemeklerimiz geldiğinde de değişen bir şey olmamış, sessizce yemeklerimizi yiyip ağır adımlarla dışarı çıkmıştık.
Hava pek iyi olmadığından ve bolca yağmur yağdığından acele etme ihtiyacı duymuyordum. O havada yürüyerek gitmemiz neredeyse imkânsızdı. Üstelik Ömür'ün kıyafetleri de -dahi aptallığım yüzünden-pek kalın değildi ve daha fazla üşümesini istemiyordum.
Çağırdığımız taksi gelene kadar neredeyse yarım saat boyunca içeride beklediğimizi hatırlayabiliyorum. Ömür'ün tüm ısrarlarıma rağmen montumu almamak konusunda inatlaştığını da öyle..
Sanırım o gün ilk kez artık bir araba almam gerektiğini düşünmüştüm. Sonuçta doğum zamanı geldiğinde hastaneye otobüsle gidemezdik ve taksi bekleyecek vaktimizin olup olmayacağından da pek emin değildim. Ambulans da bir seçenekti elbette; ama bunun Ömür'ü ne şekilde etkileyeceğinden de emin değildim. Hastane korkusunu bile tam olarak yenememişken bir de ambulans ile uğraşmak istemediğim gibi bir gerçek vardı. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda ise onca yıl gözümde kalabalık ve çevre kirliliğinden başka bir şey olarak görünmeyen kişisel otomobiller bir anda görüp görebileceğim en değerli nesne konumuna yükselmişlerdi. Haliyle bu da onlardan birine sahip olma isteğimi çok daha arttırmış, yıllarca biriktirdiğim paranın bir kısmını gözümü dahi kırpmadan onlardan birine vermeme sebep olmuştu. Tabi bu sadece bir kaç ay sonra Ömür beşinci ayına girdiğinde mümkün olmuştu.
*
Ömür günün geri kalanı boyunca sürekli sessiz kalmış, boş gözlerle etrafı izleyip durmuştu. Arada bana olan kaçamak bakışlarını fark etsem de tüm konuşma çabalarımı görmezden gelerek yatağına girip yorganı başına kadar çekmekle yetinmişti.
Mutsuz olduğunda daima aynı şeyi yapardı. Tek kelime etmeden yorganı başına çekip öylece bekler yeterince düşünmeden hiçbir şey anlatmazdı. Ne kadar zorladığınız önemli değildi, eğer bir şey öğrenmek istiyorsanız onun size anlatmasını beklemek zorundaydınız.
Bu uzun vadede bana sabırlı olmayı öğretmişti. Ve itiraf etmeliyim ki bunu öğrenmek benim için hiç kolay olmamıştı.
O gün tüm gece onu mutlu edebilecek bir şeyler aramaya devam etmiş; fakat bir türlü bir sonuca ulaşamayınca da sonraki gün düzeleceğini umarak uyumaya karar vermiştim.
Gecenin bir yarısı kulağıma ulaşan fısıltılarla uyanmak beklediğim bir şey değildi. Sessizce gözlerimi aralamış, ne söylediğini anlamaya çalışarak Ömür'ü dinlemiştim. Fakat pek de başarılı olduğum söylenemezdi. Yine de duyduğum hıçkırık ve iç çekişlerden ağladığını anlayabiliyordum. Ama neden ağladığını anlayamamıştım.
Ağrısı mı vardı? Belki de uyuyamamış ve karanlıktan korkmuştu? Ya da dışarıdaki fırtınadan da korkmuş olabilirdi? Fena halde yağmur yağıyordu ve rüzgârın uğultusunu duymamak imkânsızdı.
Yavaşça yerimden kalkarken korkutmamak adına ona seslendiğimde Ömür başta bir an için durmuş hemen ardından aceleyle gözyaşlarını silerek ağır ağır arkasına dönmüştü.
Parıldayan gözleri benimkilerle buluştuğunda şaşkınlıkla "Nini?" dediğini duymuş, yavaşça gidip önünde diz çökerek sorunun ne olduğunu sormuştum.
O ise bakışlarını kaçırarak sadece korktuğuyla alakalı bir şeyler söylemiş ve benimle uyuyup uyuyamayacağını sormuştu.
Yalan söylediğini biliyordum. Ömür ne zaman yalan söyleyecek olsa gözlerini kaçırmaktan kendini alamazdı. O sadece dürüstlük için yaratılmıştı ve yalanlar bu gibi küçük yan etkilerle kendilerini kolayca belli ediyorlardı benim gözümde.
Elbette bu küçük yalanı isteğini geri çevireceğim anlamına gelmiyordu. Eninde sonunda söyleyecekti, bunu biliyordum; fakat o kadar çabuk olacağını bilmiyordum.
Sessizce yorganı kaldırıp içine girmesini beklemiş, hemen ardından da yanına geçip aramıza küçük bir boşluk bırakarak uzanmıştım.
Gözlerini üzerime diktiğinin farkındaydım, fakat ona bakmaya bir türlü cesaret edemiyordum. Saçmaydı belki; ama yapamıyordum işte. Hoşlandığım kişiyle aynı yataktayken hiçbir cinsel etkileşim olmadan gözlerine bakabileceğimi düşünmüyordum o sıralar. Bu tamamen benim aptallığımdı, ya da hormonlarımın emin değilim; fakat o gece bu düşünceden kurtulduğumdan emindim.
Ben gözlerimi kaçırmaya devam ederken titrek parmaklarıyla yanağıma dokunmuş ve alnıma küçük bir öpücük bırakarak karnımın ağrıyıp ağrımadığını sormuştu. O an ne diyeceğimi bilememiş, şaşkınlıkla dönüp gözlerine bakmıştım. Tüm gün düşündüğü şeyin bu olmadığına inandırmaya çalışmıştım kendimi fakat öyleydi. Tüm gün bunu düşünmüş, bunun için canını sıkıp ağlamıştı.
"Beni bırakacak mısın Nini?" demişti fısıldayarak korktuğunu belli eden ses tonuyla. "Ömür gitmeni istemiyor, lütfen gitme hm? Lütfen Ömür'ü ve bebeğini terk etme Nini."
Sesi tekrar titremeye başladığında içimden kendime dolu dolu bir lanet okumuş, yaptığım salaklık yüzünden bol bol küfretmeyi unutmamıştım.
Sadece küçük bir yalanın onu bu şekilde etkileyeceğini nereden bilebilirdim. Öte yandan onu hastaneye götürmek için de aklıma başka bir şey gelmemişti.
Ne yapacağımı bilmez halde öylece durmuş, kısa bir süreliğine çabucak dolan parlak gözlerinde takılı kalmıştım şaşkınlıkla.
Tanrım, ağlamasına dayanamıyordum. Karşımda durmuş, gitmemem için yalvarmasına ise hiç dayanamıyordum. Bu yüzden onu kollarıma alıp dudaklarımı alnına bastırmış ve bunun sadece herkeste olduğu gibi küçük bir karın ağrısı olduğunu ve tek yapmam gerekenin kontrollere gitmek olduğunu söylemiştim. Bunun canını sıkacak bir şey olmadığını ve onu asla bırakmayacağımı söylemeyi de unutmamıştım. Tekrar.
O ise sadece tekrar akmaya hazırlanan gözyaşlarını silmiş ve burnunu çekerken beni sevdiği ile ilgili bir şeyler fısıldayarak uykuya dalmıştı.
Kendime ettiğim tüm küfürlere rağmen, Ömür tarafından önemsendiğimi tekrar tekrar hissetmenin verdiği mutluluğu anlatamazdım.
Göğsüme sokulmuş uyurken verdiği ekstra huzurdan ise bahsetmiyordum bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahipsiz
General FictionO gün onunla parkta karşılaştığımda, benim için ne kadar değerli olabileceğini bilmiyordum. * Aceleyle gözlerini temizleyip gülümsemesi beklediğim bir şey değildi. O küçük gülümsemenin kalbimi bu denli hızlandırması da öyle...