Sofraya oturmayı başardığımızda küçük mumlar çoktan erimiş ve pasta üzerinde küçük tabakalar oluşturmuştu.
Durup mumları çıkarırken Ömür'e baktım, cebimdeki kutu beni geçen her saniye daha da heyecanlandırıyordu. Ömür ise her şeyden habersiz gözlerini pastaya dikmiş, ardından yiyip yiyemeyeceğini sorarken gülümseyerek bakışlarını bana çevirmişti.
Pasta ile karnını doyurmasını istemiyordum. Aslında bana o şekilde bakarken reddetmek zordu; fakat bunu başarmış ve önce yemeğini yemesi gerektiğini, daha sonra pastadan yiyebileceğini söylemiştim.
Ömür başta hayal kırıklığı ile yemekle karnını doyurursa pasta yiyemeyeceği konusunda mızmızlanmış, sonra da sessizce itaat edip önündeki tabaktan büyük bir parça tavuk alarak yemeye başlamıştı.
İtiraf etmeliyim ki hamile iştahı beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Ömür tek kelime etmeden tabağını bitirdikten hemen sonra ona verdiğim pasta dilimini de yemiş hatta küçük bir parça daha alıp alamayacağını sormuştu.
Peki, onu aynı gün içinde ikinci defa reddetmem neredeyse imkânsızdı, bu yüzden küçük bir dilim daha kesip vermiş ve o gece için daha fazla yiyemeyeceği konusunda uyarmayı da ihmal etmemiştim. Ömür ise kıkırdayarak başıyla onaylamış ve parıldayan gözleri ile teşekkür etmişti.
Bazı zamanlar ona bakarken küçük bir çocuğa bakıyormuş gibi hissediyor, duygularımın doğru olup olmadığını düşünüp duruyordum. Fakat ne kadar düşünürsem düşüneyim ulaştığım sonuç hep aynıydı. Ömür sadece bedenen gelişmiş küçük bir çocuktu, ben ise hastalıklı herifin tekiydim. Ona âşık olmamın başka açıklaması olamazdı.
Tanrım, bu berbat hissettiriyordu. Onu deli gibi seviyordum. Ona âşıktım. Onu arzuluyor, kalbine dokunduğumu düşündüğüm gibi tenine de dokunabilmeyi diliyordum. Fakat tanrı aşkına, bunlar doğru hisler değildi. O sadece küçük bir çocuktu. Sevebilirdim, merhamet duyabilir ya da sahiplenebilirdim. Ömür artık hayatımın kaçınılmaz pır parçası haline gelmişti; ama onu arzulamam, tenine dokunmak istemem ya da kirli düşüncelerime dahil etmem doğru değildi. Ben, hastalıklı herifin tekiydim. Uzun süredir duymazdan geldiğim iç sesim haklıydı. Ben bir sapıktım...
Tanrım, onu eve alırken asıl istediğim neydi? Gerçekten merhamet mi duyuyordum? Yoksa içten içe benden başka kimsenin ona dokunup sevmesini istemiyor muydum? Ömür'e duyduğum merhamet gerçekten sadece kendi bencilliğimin bir parçası mıydı?
Bir anda bastıran düşünceler o gece de yüzüklerin cebimde kalmasına sebep olmuş, beni asla geri çıkamayacağımı düşündüğüm bir çukura yuvarlamıştı.
Ömür'e o gece benimle uyuyabileceğini söylemiştim. Nasıl heyecanlandığını ve mutlulukla bana sarıldığını görebiliyordum. Gözlerini sıkı sıkıya kapatmış defalarca kez teşekkür etmişti. Fakat onu uzaklaştıracağımı söyleyememiştim.
Ömür öylece yanıma kıvrılmış uyurken uzun süre onu izlemiş, eskiye oranla biraz daha toparlanmış yanaklarına dokunmuştum hafif hareketlerle. Sonra da kalkıp bir kaç fotoğrafını çekmiş ve dolaptan çıkardığım kıyafetlerini diğer yatağın altında sakladığım bavula doldurmaya başlamıştım.
İtiraf etmeliyim ki bunu yapmak acı vericiydi. Onu uzaklaştıracağımı gerçeği kalbimin bir köşesini kemirirken eğer bunu yapmazsam neler olabileceğini düşünüp duruyordum.
Bencildim, evet ve yine bencillik ediyor, Ömür'ün duygularını hiçe sayarak onu uzaklaştırıyordum. Oysa günün başında bunu yapmak aklımın ucundan dahi geçmiyordu.
Evlenme teklifimi edecektim, o da kabul edecekti. Sonra da boynuma sarılacaktı ve onu ne kadar çok sevdiğimi fısıldayacaktım. Belki saçlarını taramama izin verecekti ve ben saçını tararken uykusunun geldiğini söyleyecekti.
Olabilecek ihtimaller sınırsızdı. Fakat hiçbiri olmamıştı.
O cumartesi sabahı Ömür uyandığında küçük bir seyahate çıkmamız gerektiğini söylemiştim.
Ömür gezmeyi severdi. Bu yüzden heyecanla yerinde sıçramış ve onun için ayırdığım kıyafetleri giyerek sessizce beklemeye başlamıştı.
Ona, kahvaltıyı dışarıda yapabileceğimizi söylemiş ve aceleyle ben de üzerimi giyinmiştim.
*
Oraya ulaştığımızda ablam bizi gülümseyerek karşılamıştı, en azından elimdeki valizi görene kadar bu böyle devam etmişti. "Küçük bir tatil." Demiştim ona da sessizce. Gerçekleri söylersem beni azarlayacağını ya da izin vermeyeceğini biliyordum. En azından o an için, bu yüzden yalan söylemekte pek sakınca görmemiştim.
Ablam onaylayarak bizim için bir şeyler getirdiğinde pek bir şey yiyememiş, kendi tabağımı da Ömür'ün önüne itmiştim. İtiraf etmeliyim ki yolda midesinin bulanacağını ve verdiğim tabağı bana geri iade edeceğini bilsem bunu aklımdan dahi geçirmez, zorlanarak da olsa her şeyi kendim yerdim. Ama nerden bilebilirdim? Geleceği göremiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahipsiz
General FictionO gün onunla parkta karşılaştığımda, benim için ne kadar değerli olabileceğini bilmiyordum. * Aceleyle gözlerini temizleyip gülümsemesi beklediğim bir şey değildi. O küçük gülümsemenin kalbimi bu denli hızlandırması da öyle...