"KALBİMİ ISITAN YABANCI"

48 11 0
                                    

Birkaç saat sohbetin ardından çadırlara girmiştik. Kendimi yatağa zar zor atmıştım ki İrem yanıma uzandı.

"Yağız tutturdu oraya geleceğim diyor"

Dedi.

"Ne güzel işte. Gelsin"

Dedim. Sıkılmış gibi nefesini bıraktı.

"Buğra burdayken gelirse iyi olmaz"

Dedi. Tabi ya! Buğra kesinlikle İrem ile uğraşırdı. Yağız da sağlam ayak değildi. Araları kesin bozulurdu.

"Yani bir de o var tabi."

Derin bir iç çekti.

"Nihayet barıştık diyordum şimdi de bu yüzden tartışacağız."

Dedi. Daha sonra uzun bir süre çadırda döndü. Onu takip etmekten başım dönmeye başlamıştı. Ayağa kalktım ve onu durdurdum.

"Biz kampa devam ederken sen Merkeze dönebilirsin"

Dedim.

"İyi ama tek başına nasıl gideceğim. Ya Buğra kampı başka zaman yaparız diyip gelmek isterse?"

"Yok canım itiraz ederim ben"

Dedim ardından kenarda duran su şişesini ona uzattım.

"Mecbur hasta rolü yapacaksın. Ali ya da Ömer seni hastaneye bırakmak için gelir muhtemelen. Bende Buğra'yı hallederim."

Dedim. Ellerini boynumdan geçirdi.

"Sen birtanesin kankam benimm"

Dedi şımarıkça. Ardından ayrılıp suyu hafif hareketlerle yüzüne ve vücuduna döktü. Saçlarını dağıtmış ve gözlerini kızarması için ovmuştu. Tam bir entrika grubuyduk.

İrem uyku tulumunun içine girdiğinde kendimi dışarı atıp bağırmaya başladım.

"Ömer! Ali! Çabuk gelin"

Dedim. İlk dışarı çıkan Buğra olmuştu. Ardından Ali de uykulu gözlerle geldi.

"Ne oluyor?"

"İrem çok hasta"

Dedim. Bir çırpıda. Buğra hızlıca çadıra yöneldi. Ah benim düşünceli kuzenim!

"Ali bir an önce götür İrem'i. Yolda anlatır sana çaktırma."

Dedim. Ömer kucağında İrem ile çıktı. Buğra her ne kadar onunla gitmek istese de Ali engel olmuştu. Birbirimize göz kırptık. Bakışlarımı İrem'den çektiğimde Özgür ile buluştu. Sinsice bana bakıyordu. Yoksa görmüş müydü bizi?  Anlamıştı işte. Bakışları ile Buğra'yı işaret edince hayır anlamında başımı salladım.

"Ömer gidiyoruz"

Ali İrem'in yanına gidince bende biraz Özgür'e yaklaştım.

"Buğra bu yalanı öğrense ne olur acaba?"

Dedi imalı bir şekilde. Bense sevimli bir şekilde gülümseyerek ona baktım.

"Sen söylemezsin ki"

Dedim. O da benim gibi gülümsedi.

"Belki söylerim ki"

Dedi. Yüzümden gülümseme silinirken ona baktım.

"Buğra'nın arkadaşısın sonuçta. Söyle ne istiyorsun?"

Dedim. Sevimli bir bakış attı.

"Önce hasta arkadaşın gitsin. Biz ondan sonra anlaşırız"

Dedi. Çıkarcı pislik diye geçirdim içimden.

"Hadi çadırlara dönelim"

Buğra'nın canı baya sıkılmıştı duruma.

"Seninle çadıra giremeyeceğime göre sanırım bana telefon numaranı vermen gerekiyor hanımefendi"

Dedi oflayarak karşılık vermiştim. O ise telefonunu elime tutuşturmuş numaramı yazmamı bekliyordu. Hızlıca numaramı yazdım. Ardından çadıra döndüm. Pis şantajcı!

Çadıra girer girmez telefonum titredi. Mesajın Özgürden olduğunu düşünmüştüm ancak mesaj Doruk'tandı.

Mersindeyim sabah görüşürüz

Kalbimde bir yerler acıyordu. Ortaya çıkmaya çalışan duygular vardı. Onları tekrar ittirirken ağladığımı fark edememiştim. Neden ağladığımı bilmiyordum. İstemsizce dökülüyorlardı. Çadırda nefes alamadığımı hissediyordum.

Yine aynı yere ilerlemeye başladım. Yere yakın olan ağacın gövdesine oturdum. Gözyaşlarımı siliyordum ancak kurumadan tekrar doluyorlardı. Dişlerimi sıkıyordum. Sırf hıçkırıklarım ortaya çıkıpta ses çıkarmasınlar diye. Sonra gözlerimi gökyüzüne diktim. Ay tam tepede yıldızlar yerli yerindeydi. Bense sıktığım dişlerimin acısını tüm vücudumda hissediyordum. Kalbim acıyordu. Kafam uyuşuyordu. Gözlerim yanıyordu. Mühürlediğim dudaklarımsa resmen birbirine bağlanmıştı.

"Neden ben?"

Diye fısıldadım gökyüzüne. Bir cevap bekledim. Sonra bir yıldız kaydı. Sanki gökyüzü bana cevap vermiş gibiydi ama anlamamıştım. Ne demekti bu? O kayan yıldız ben miydim yoksa ikinci bir şans için dilek mi tutmam gerekiyordu?

Elimle gözlerimi sıktım. Gözyaşlarımı tutmam gerekiyordu. O kadar bastırıyordum ki acıyorlardı. Neden bilmiyorum ama bu acıyı sevmiştim. İnsan acıyı sever miydi? Yoksa benim ki alışmak mıydı? Belki de bazı şeyleri sevmiyorduk. Alışıyorduk. Kabulleniyorduk. Belki de benimsiyorduk.

"Ağla"

Duyduğum sesle gözlerimi açtım. Özgür karşımda duruyordu. Soru sorarcasına ona baktım.

"Diyorum ki tutma gözyaşlarını. İzin ver insanların kirlettiği o güzel ruhunu temizlesinler."

Dedi. Söyledikleriyle daha şiddetli ağlamaya başladım. Birkaç saat önce onu unutma kararı vermiştim ama o öyle bir vardı ki içimde atamıyordum. Vazgeçemezmişim gibi geliyordu. Özgür başını yere eğip bir süre yere baktı. Bense içim sökülürcesine ağlıyordum. Bir şeyler kopuyordu içimden. Özlem vardı biraz. Biraz kırıklık. Biraz üzüntü ama en çok korku vardı.

"Korkuyorum"

Dedim farkında olmadan. Özgür bana bakınca bakışlarımı ondan çektim.

"Bana sarılır mısın?"

Dedim utanarak. Özgür sorgulamadan yanıma oturdu ve dünki gibi başımı göğsüne yasladı.

"Ne oldu birden? Neden yine geldin buraya?"

"Doruk geliyor"

Dedim. Hala ona sarılıyordum.

"Onun gelmesinden mi korkuyorsun?"

Dedi.

"Evet"

Dedim sessizce.

"Eğer gelirse yanımda olur musun?"

Dedim. Kendimi son derece çaresiz ve savunmasız hissediyordum. Özgür ise ne zaman kötü hissetsem bir yerlerden çıkıyordu. Şu an olduğu gibi.

Ondan ayrıldım ve yüzüne baktım.

"Eğer istersen olurum"

Dedi.

"İsterim"

Dedim. Kahve gözleri mavilerime kilitlendi bir süre.

Birine ihtiyacım vardı. Aslında birine değil Özgür'e ihtiyacım vardı. Yeni gelen bu yabancının bakışlarına ihtiyacım vardı. Gözleri çok güzeldi. Gece siyah gündüz kahverengiydi. Aslında şu an gece olmasına rağmen gözleri kahverengiydi. Sıcacıktı. İçimi ısıtıyordu. Kalbimdeki buzlar çözülüyordu. Doruk gidiyordu aklımdan. Bu yabancı ne yapıyordu bilmiyordum ama iyi yapıyordu. Kalbimi ısıtan bu yabancı iyi ki vardı.

ACIYI SEVMEK...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin