eight

14.5K 670 320
                                    

İçimdeki hissizlik her saniye daha da artarken sınıfın bir köşesine asılı olan saatin dakikalarını takip etmeye çalışıyordum. Hayatımda geçen en boş ders olmalıydı ya da onlardan herhangi biri. İçimden 1983'e kadar bile saymıştım ama yok, gerçekten geçmek bilmiyordu.

Yanımda oturan Hazal'a çevirdiğim isyan dolu bakışlarım, kendisi tarafından umursanılmazken artık tamamen kafayı yemek üzereydim ki zil çaldı.

Bir ders saattinin içerisine hapsolduğumuzu sanıp artık korkmaya başlamıştım oysa. "Oh be!"

Derin bir nefes üfleyip hırsla sıramdan ayrılarak ayaklandım, Hazal bile bitmiş, tükenmiş ve ölmüş bir vaziyetteydi. Rahmetli İbrahim Tatlıses'in, 'Al beni al al al.' dediği yerdeydik tam olarak.

"Ben kantine gidiyorum, daha fazla bu havayı soluyamam."

"Bende geliyorum, bende geliyorum, bende geleyim ne olursun!" Hazal'ın koluma yapıştığını farkettiğimde kolumu ondan kurtarmaya çalışarak iğrenç bakışlarımdan attım. Çıldırmanın da bir sınırı vardı canım, benim gibi soylu bir kıza yapılacak şey miydi bu?

"Yürü git lan o zaman, niye kolumu ırzına geçiriyorsun?"

"Lili, Allah aşkına sus, gidelim."

Bende daha fazla dayanamayacağımı farkettiğimde, birlikte ayrıldık sınıftan. Özel okulun en kötü yanı, her yerin leş gibi parfüm kokmasıydı. Gerçekten ya bu arkadaşlar tamamiyle tezek kokuyordu ya da biz kokudan anlamıyorduk. Aynen, ikinci seçenek.

Merdivenleri olabileceğinin en hızlı şekliyle indikten sonra kantine ulaştığımızda önüme dökülen kâküllerimi düzeltip etrafla ilgilenmeden sıraya girdim. Yalnızca muzlu kek yemek istiyordum, şu an hayattaki tek gayem buydu ve bunu başaracaktım. Önümde dikilen elli kişiye rağmen başarabileceğime inanıyordum. Tabii bazen gerçekten çok hayalperest de olabiliyordum.

"Bu sıranın sonu gelir mi?"

Hazal'da benim gibi korku ve üzüntü dolu gözlerini sıraya çevirdiğinde bunun cevabı gayet açıktı aslında. Nah diyordu yine bize hayat.

"Gerizekalı Ahmet para üstünü fazla aldı diye yeniden sıraya girdi."

İstemsizce bir anda garip bir kıkırtı dudaklarımdan dökülürken kendime hakim olmaya çalışarak bize el sallayan Ahmet'e bende el salladım ve önüme döndüm. Böyle yerlerde bu tür insanlar her daim hayat kurtarırdı.

Önümdeki sıra nasıl olduğunu anlayamadan daha hızlı ilerlemeye başladığında, kaşlarım çatık bir şekilde onları izledim ancak büfeye yaklaşınca anlamıştım ki yeni bir yardımcı daha gelmişti. Tabii size sekiz derecelik miyopluğumdan önceden de bahsetmiştim. Gerçekten bir sorun olmalıydı gözlerimde, bundan anneme bahsetmeliydim.

Sıra, seksen dakika kadar sonra tamamen bittiğinde, ileri adımlayıp büfenin önüne ulaştım ve aynı anda biri daha benimle aynı anda büfenin kenarına bedenini yerleştirdi.

"Muzlu kek alabilir miyim?" Yanımdaki bedenin sahibiyle aynı sözleri sarf ettiğimizde, kulaklarıma ulaşan tanıdık ses yüzünden kaşlarım hızla çatıldı ve bakışlarımı hemen yanıma çevirdim. Ancak direkt olarak karşıya baktığımda görebildiğim tek şey nike'ın büyük logosunun basılı olduğu bir sweatti.

Bakışlarımı yukarı kaldırdığımda Cedi'nin güzel suratıyla karşılaştım, o an birbirine değen kollarımızdan dolayı tuhaf bir elektrik dalgası yayıldı bedenime. O da aynı şekilde bakıyordu gözlerime.

Bakışlarımı ondan kaçırdım ve kantincilere döndüm. Ömer Amca, elindeki boş kutunun içerisinden son kalan muzlu keki tam ortamıza koyduğunda ellerini havaya kaldırdı. "Son bir tane kalmış çocuklar."

Ömer Amca'ya şaşkınlıkla baktıktan sonra ortada duran muzlu keke baktım öylece, şu an içimde yaşanan üzüntüyü tarif bile edemezdim. Bir yanımda kalbime sığdırdığım iki metrelik adam, diğer yanımda da ne zaman olsa keyifle mideme sığdırabileceğim muzlu kekim vardı. Bir tercih yapmam gerekiyordu.

"Yavrum, alıyor musunuz?"

Cedi'nin kolu koluma olan temasını kesmezken istemsizce dudaklarımı büzdüm ve geri çekildim. Ben belki idare ederdim ama Cedi'nin ebatından dolayı açlığa dayanıp dayanamayacağını bilemiyordum. Yine mükemmel kalbim her şeyin üstesinden gelmeye razı olmuştu.

"Sen al," dedim Cedi'nin sevimli bir şekilde gülümseyen suratına baktıktan sonra. "Ben başka bir şey alırım."

Hiçbir şey söylemeden keki aldığında birkaç saniye boyunca şaşırmıştım açıkçası, insan bir 'Yok sen al aşkım.' falan der yani.

Ayıp ayıp.

Cedi, kekin parasını ödedikten sonra dudaklarını büzüp öylece duran bana kısa bir gülümseme yolladı ve sıradan ayrıldı. Ben ise bir kutu süt aldım ve sıradaki insanların daha fazla konuşmalarına maruz kalmamak için bir kenara çekilip beklemeye koyuldum.

Hazal'da sıradan ayrıldıktan sonra canhıraş bir halde yanıma ulaşmıştı.

"Cedi senin yanında mıydı az önce?" Üzüntüyle başımı aşağı yukarı salladığımda, kısa bir anlığına bana bakarak gülümsediği zamanlar aklıma gelmişti ve neredeyse tüm üzüntümü yok etmişti.

Tabii biraz üzülüyordum hâlâ. Azıcık.

"Hadi, sınıfa." Merdivenleri tek tek tırmandıktan sonra kendimi, kokulardan arınıp havalandırılmış sınıfıma attım. Dersin başlamasına bir iki dakika kalmış olmalıydı. Sırama doğru ilerlerken aynı zamanda elimdeki süt kutusunun çöplerini çöp kutusuna attım ve yerime ulaştım.

Masamın üzerine baktığımda ise kısa bir şaşkınlık geçirip ne olduğunu anlayamdan etrafımı kontrol etme ihtiyacı hissetmiştim. Yanlış sınıfa mı gelmiştik hepimiz?

Çünkü sıramın üzerinde gördüğüm şey tam olarak bir adet muzlu kekti.

🥛

*Ah Cedi, öpem mi bir kere seni?*

SÜT MISIR ➵ textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin