38.BÖLÜM "ARİNES" (2.KISIM)

296 19 7
                                    


İlkine olduğu kadar son nefesimize de mürekkebini damlatan ebeveynlerimiz, doğduğumuz ortam, bizler ne kadar çırpınırsak çırpınalım bir şekilde hep vardı ve oradaydı; hatırlamaya katlanamadığım, içimdeki közden yeni yangınlar başlatan geçmişten sarsıntılarını hala durduramadığım şimdiye, şimdidense bir zehirli sarmaşık misali artık bir anlam dahi yükleyemediğim geleceğe uzanıyordu. Yeterince, fırtınalar arasında kendi tenimin sıcaklığını bilebilecek kadar büyümüştüm, daha ben doğmadan başlayan ağlama sesleri birer ninni olmayı bırakalı da çok olmuştu ama hala anlamını bilmediğim derin kelimeler, devrik cümlelere kolay yoldan açık kapı bırakıyordu. Bir şekilde hayatım baştan aşağı bilinmezliğin en koyu rengiyle boyanmayı nasıl kabullenmişti aklım almıyordu.

Bir şeyler hep tersine işliyordu. Bir günah hayatımın ortasında peydahlanmıştı ve beni savurdukça savuruyordu.

Ruhum ilk kimin günahının bedelini ödemekle zorunlu tutulmuştu?

Ait olduğum yer, sahiden sevdiğim, beni yaralarımdan sarmalamayı başaran adam değilse neresiydi? Gözyaşlarımı durdurmak için çenemi sıktım. Gerçekten ne aklım ne ruhum böyle bir soruyu kabullenemiyordu.

 Ah.

Hatırlıyorum, hiç unutmadım, her daim kendime değil anneme şefkat göstermesini dilediğim, gözlerimi her kapatışımda gözkapaklarımın ardında kapıyı çarpıp çıkışıyla canlanan babam bir gün olsun annemi sevmemişti. Benden bir şey eksiltmeyen ama birçok şeyi içimde parçalara ayıran, kendi başına, boşanmış ve kendine yeni umutlar arayan bir kadın olmak yerine kendini mutsuzluğa hapseden annem, onun için ağlamaktan bir gün olsun vazgeçmemişti. Gürültülerini kulaklarımı kapatarak bastıramadığım hayatları içerisinde süregelen döngü hiç var olmamasını dilediğim yılları devirmiş ama hiç değişmemişti. Hep aynı olan günler, beni onlardan başka, ayrı bir insan olmaya zorlamıştı. Annemi sevmeyen babam, beni sevse de sevmemiş gibi gelmişti. Aramızda düzenli bir aile bağı hiç olmamıştı. Yıllar yılları kovalamış, benim çıkışım bir şekilde, olay benim kararıma kalmadan Tuna olmuştu.

Aileye yakın ama aslında bir yabancı olan biri, bana iyi gelmişti. Bir arkadaş, beni gerçeklerimle kabullenebilecek biri doğru gibi gelmişti. Sessizlik iyiydi. Tuna nasıl olmuştu da bana hiç tanımadığım bir dünyayı kendi günahım olarak kabullendirebilmişti?

Bera, eğer söyledikleri doğruysa, beni ne için kullanmıştı?

Babasının katiliyle nasıl bir alakam olabilirdi?

Karanlık başka hangi yönden buharlaşmış ve içime sinmişti? Bilmediğim daha ne vardı?

Sorular, sorular, sorular... İstemsiz, yine gözlerim sulanmıştı. Saat sabaha doğru ilerlerken beş buçuğa yaklaşıyordu ve etraf hala karanlıktı. Gökyüzü bir süre sonra aydınlığı koynuna alçağını yalanlayabilecek kadar siyahtı. Nasıl olduğunu bilmesem de hüngür hüngür ağlayarak sürdüğüm arabayı babam ve yeni ailesinin evinin önünde durdurmuştum, arabanın içi sıcaktı. Sıcak ilk defa olması gereken gibi gelmiyordu, iyi hissettirdiği falan yoktu. Sorularla, pişmanlıklarla dolu olan aklım Bera'daydı. Diğer yandan kalbim bu evin içerisindeki sevgiden ötürü bir cehennem çemberi içerisinde yanıyordu. Onun beni bırakması üzerine yeniden gidebilecek bir yerimin olmaması içimi sızlatıyordu. Bera, canının acısıyla canımı acıtmak istemişti, başarmıştı.

İçimden eski evime, eski odama dönmek de gelmiyordu. İçimden annemi görmek geçmiyordu. Yüzündeki yorgunluk, bana olan o sızılı bakışları taşıyabileceğim en son şey bile değildi, ona verecek bir cevabım yoktu. Yıllarca babama olan sevgisinden kalan köşelerde kendime yer arayışım bana yetmişti. Artık hevesim yoktu.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin