İstediği zaman, parmak izlerimle beraber zemine bıraktığım sıcak kanı dile getirebilecek, benliğimi en başa, umudu en sona çekebilecek olan Tanrı'nın yarattığı en değerli varlık, canlıyla can olan, içi belirsizliklere dolu çukurlardan oluşan yaşamı uçsuz bucaksız diyerek nitelendirilen gökyüzünün siyah pelerininden dahi sıyıran kadın, ne olursa olsun kadındı. Kadın, -yaşanmışlıkların derinliğine bakmaksızın- tüm o düşmüş duyguları son anda boğulmaktan kurtaran mürekkebin zikzaklı yolunu aydınlatan mumdu, yıkılmazdı; nostaljinin damarlarında akan kandan farksız olan mumlar eriyor, eriyor, eriyor, sonunda birer birer dibine biriken damlalar tekrardan mum formuna dönüyorlardı.Hak'tan gelen bir ebediyet.
Temeldeki hakikatler saklanamaz, göz yumulamazdı.
Tek başına kaldığımızda bile gözyaşına dönüşemeyen acıların, yağmaladığı ruhun midesine attığı sert tekmeler, ihaneti senelerce gizli tutup en yakına kadar ulaşan yumruklar, ağlatan sevgiler, yalandan sevgiler, ruh kırıklıkları, duygusuz duygu dilencileri, affediciliğin görmeyen gözleri, adına yazılan onlarca mektuba bir kere dokunmayan adamın güzelim elleri, okyanus çizgileri ve daha niceleri, nice gülüşlerin devasa eksiklikleri bir kadına uzun uzun duvarları izletebilir, duvarları bir zihin tuvaline çevirebilirdi fakat aynı kadın, aynanın karşısına geçtiğinde hiç kuşkusuz nasıl göründüğünü de önemserdi.
Görünmezlik muhakkak var olan bir şeydi.
Dudaklarım üzerine sürdüğüm pastel tonlu rujla beraber düşüncelerimi haklayan nefesleri taşımayı garipsememişti, hafif aralık duruyordu. Kulağıma geçirdiğim küpenin arka kısmına taktığım kilidi sabitlerken aklımdan geçenlerin binde biri bile aslında bu söylediklerimin yakınından geçmiyordu fakat tek bir bakış, aynadaki o son nefes bitkinliğimi arttıran satırların sırtını sıvazlamıştı. "Buyurun." dedi, hemen yanımda duran kadın. Diğer küpemi avucunun içerisinde tutuyordu, bana doğru uzatmıştı.
Kısılan gözlerim, başka bir ruhu taşıyormuş gibi bakıyordu.
"Ah."
"Teşekkürler."
Yıkık dökük bir evi toparlamak istemenin, toparlamaktan daha zor olduğu doğruydu. İlk adım sanki nasırlı, çıplak dahası kir pas içerisinde bir el göğsümü narkozsuz bir şekilde yarmış, kalbimi yerinden çıkartırken ruhumla arasındaki bağın damarlar ile arasındaki anatomik bağdan daha sıkı olduğunu umursamamış gibi hissettiriyordu. İkinci adım daha deliceydi, fırtına dağın etrafında değil içindeydi. Kalbim yoktu fakat alışmışlık iyice bilenmiş bir bıçaktan daha keskindi; kalp atışlarımdaki ritimsel bozukluk kulaklarımdaydı. Ruhum oluk oluk boşalıyordu.
Gözkapaklarım bakışlarımı okşamıştı.
Hiç gelmeyecek sanılan o son adım tam da buydu.
"Doğay Hanım." diyerek tekrardan bir diyalog başlatan durgun sesli kadın, bana uzanan bakışlarında benden oldukça uzak bir gezegen barındırıyordu. Ne kıymıklı hislerim ne de yelkovanın boynuna bastıran düşüncelerim Bera Baybars'tan başka kimseye direkt olarak yansımıyordu fakat aynaya döndüğümde sızım sızım sızlayan bir yara tam karşımdaydı. "Bana kalırsa elbisenin omuzlarındaki detaya birkaç iddialı ekleme yapılabilir." Hafif yanık duran teniyle arasında muazzam bir uyum yakalayan saçlarını geriye attıktan sonra eliyle omzumu gösterdi. "Güzel omuzlarımız var ve o omuzlar kesinlikle her türlü dokunuşu en iyi şekilde taşıyacaktır."
Uzun süredir karşısında olduğum aynaya değen bakışlarım, bu sefer ruhumu değil omuzlarımı görmek için oradaydı. Üzerimdeki ceketin dikişindeki ustalık mı bu derece iyi omuzlara sahipmişim gibi gösteriyordu bilmiyorum ancak hakikaten söylediği kadar güzel görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...