26. BÖLÜM "VUZUH"

1.8K 126 3
                                    



Ne zaman yok olacağını bilmediğimiz, asla bilemeyeceğimiz bir yaratılışta kadın-erkek, -küçük-büyük, zengin-fakir- iyi-kötü ya da suçlu-suçsuz olarak ayrılmadan, birer birer yok oluyor olmamıza rağmen çoğunlukla vicdan bahçesine ekilmiş çiçeklerin kokusuyla huzur bulan, yakındığım yaşamı somut kavramlardan oldukça uzak bir düzen ile buluşturan hissiyatın teninde, güzelliklerin sönüşünden feyz alan zorbanın belindeki deri kemerin izleri vardı. Tek başına dahi başlı başına bir yaşam olan kadının, başka, bambaşka bir yaşamı dünyaya getirmek için duyduğu doğum sancısından kat ve kat daha ağır olan sancılar, aydınlık bir karanlığın ortasında, suskun hıçkırıklar ardı ardına kabarırken bulunuyordu ve kader diyerek tabir ettiğimiz yaşamsal olaylar, birbirini tamamladığı sırada en çok insan nefsini ön planda tutuyordu; her suça, günahsız bir suçlu muhakkak ki mevcuttu.

Açığa kavuşturulmasına rağmen durmak, nefes aldırmak bilmeyen sancılar, sanki açık unutulan bir musluğun eve, evin içerisindeki eşyalara verdiği zararı taklit edercesine ruha hükmedebiliyordu.

Biliyorum çünkü bende de o sancılardan oluşmuştu.

Çok değil, birkaç rahat nefes öncesinde boğazıma takılan o zehirli düğümde, silah sesleri geceyi aydınlatan sokak lambasını pul pul dökerken benim de ruhumu kan basmıştı. Ellerim omuzlarımdaki köpüğü de duruladıktan sonra dudağımın hemen yanındaki gülümsemeye dokundu. Sular altında kalan ev gibi benimde bir kurtarıcımın olduğu doğruydu.

Bera yetişmiş ve musluğu kapatmıştı.

Köprücük kemiklerimi ezerek göğsüme doğru akan suyun yarattığı pozitif psikoloji ve etkisine kendi ellerimle son verdiğimde, her hücresi avaz avaz bağıran bedenimde yangın ateşindeki soğuk baş gösterdi. Sanki, titreyen dudakların damak ısırmalarına sevk ettiğini çok iyi bilen ruhumun, yirmi bir hapishanesi olan tenimdeki tüm güç, Tanrı'nın emanet ettiği can, ayak tabanlarımın altında toplanmış, zemindeki su kalıntılarına sıkı sıkıya sarılmıştı. Zulme, mezarda katiyen rahat yatırmayacağını bildiğim kul haklarına, günahlara örtülü olan gözkapaklarım bu sefer sadece benliğim için sıkıca kapanırken kirpiklerime tutunan su damlası kendini yanağıma bıraktı.

Bir büyü kadar gizli bir tesirin etkisiyle, duygu sınırımızdaki perdenin ardında yer alan altın orandan dahi duyulabilecek bir sessizlikle yıkılması, öyle ki yok olması gereken anılar, bazı anlarda iki dudağımın arasında atan kalbimin uçurumundan atlamıştı. Yaratıcıya binlerce kez şükür, artık o uçurum beni izlemiyordu; bir volkanik patlamayla kıyaslanabilecek ağrı, giderek siniyordu.

Gözlerim aralandı.

İçimde bağırtısını duyduğum tek ses, vicdanımdan geliyordu.

Ansızın değil, yavaş yavaş kemiren yıkılmışlığı tanıyan bir gölge, benliğimin çevresinden sıyrılmış, boynundaki görünmez zincir halkasından kurtulmuştu. Hakkı yenilemezdi. O gölgenin istemeye istemeye ortak olduğu bir ölüm vardı. Sol yanımda bir katil saklanmıştı.

Uzun zamandır hep ten renginin hakim olduğu tonlarda oje kullandığım ayak tırnaklarımı temizlemeyi unuttuğuma yakınarak parmak uçlarımda ilerlerken, bornozumdan önce bir duş havlusu takımı bulmuş olmayı yadırgamayan bedenim, elindekiyle yetinerek havlunun kendini sıkı sıkı sarmasına izin verdi. Duşta uzun süre kalmış olmanın yarattığı uyku mahmurluğu öylesine derindi ki, saçlarımın ıslaklığını bir kat aldıktan sonra, karşımdaki aynaya dahi bakmadan odanın kapısını açışım, olabildiğine doğal gelmişti.

Kapıyı, saç havlumu boynumun çevresine bastırarak, dirseğimle kapattığımda, ciğerlerimden taşan nefes, başımı yukarıya doğru kaldırışımla daha da derinleşmişti. Birkaç adım attıktan hemen sonra gördüğüm göründü, geriye doğru tek bir adım attıktan sonra daha da netleşti.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin