Cadde aralarında, pervasızca ruhuma sarılan kasvetli duyguların hemen ardından gözyaşı döktüren dört mevsimlik hayat, Tanrı'nın ince ince işlediği kader söz konusu olduğunda iyi ya da kötü kavramına sığınarak ayrım yapmaz, herkesi bambaşka bir yolun çıkmazında boğardı. Onca uğraş sonucu kurulmuş olan ve çok az da olsa sonu uzatan hayalleri, geleceğin yolunu zorlayan yağmur sonrası sis varsayarak dağıtırken, kararı uzunca ve zorlu bir süreçten geçirilerek yapılan planları yıkması da yelkovanın tek tür dönüşü kadar kısa bir zaman aralığını dahi kapsamazdı.Tuna Hamzaoğlu, benim sıvası atılmamış nefsim için uzun süre ayakta kalamayacak hatta en ufak bir sarsıntıya bile dayanamayacak kadar kusurlu bir hayal, pırıltılı mücevherlerle donatılmış tacının paslı tarafını saklayarak gösteriş yapan hayat için ise yolu zorlayan sislerin o beklenilen karartısıydı.
Siyahtı.
Ah, bu doğaldı.
Kader, acizliğini saklayamayan insanoğlunun sıradan kurallarını tek hamlede al aşağı ederdi. Örgünün bitiminde oluşacak olan kazağı, sonucunda ortaya nasıl bir şey çıkacak olursa olsun daha bitirmeden hediye edeceği kişinin avuçları arasına koyup kendisinin devam etmesi gibi bir şeye katiyen müsaade etmez, kendi işini kendi tamamlardı.
Sahne alınacağı bilinen her senaryo önceden, kusurları dahi kusursuz gösterilerek yazılırdı. Yaşanılan hayata sadece bu cümlenin penceresinden bakıldığında bile, hayatımın devam etmekte olan ve inişli çıkışlı bir yaşanmışlığı son demlere ulaştırdığını düşündüğüm kısım, büyüsüz bakışlarını yüz hatlarıma kilitleyen, birkaç gün öncesinde beni ölümün kucağından alan bu genç adamda saklı olmalıydı.
İçerisinde binlerce yolcu taşıyan zamanın şuan ki boşluğunda bunu anlamamak ve anlamıyormuş gibi davranmak imkansız bir durumdu.
Dakikalardır bakışlarımı çekmediğim ve beynimde karanlık bir girdap görevi gören pencereyi ani bir hareketle kapattığında kafamın içerisine sızan zehirli hisler dağılmış, kalbimi yuva edinen sızı hafiflemişti. Bedenim ağrılı geçen psikolojik bir yorgunluğa teslim olduğundan olmalı, üşüdüğümü de odanın içerisine dolan yağmur damlalarını da yeni fark ediyordum. Rüzgarla gelen gerginlik usulca sözünü ettiğim yorgunluğun yanındaki yerini almıştı ve kollarımı dizlerimin etrafında birleştirirken yıllarca üzerimde kurulmaya çalışılan hakimiyet tüm odayı koyu renklere boğuyordu. Karşı konulmazdı.
Alnımdaki acı zonklama şeklinde fakat aralıklarla kendini gösteriyordu. Bu duruma kelepçelenmiş bir haldeyken onun yüzüne bakabiliyor olmayı bırak, göz kapaklarımı kapatabiliyor olmam dahi şaşırtıcıydı. Çene kemiğini oldukça göz alıcı bir biçimde hareket ettirdikten sonra kaşlarını çattı: Acıyı bastırmak amacıyla dişlediğim ve tahminimce morarmış olan dudaklarıma bakıyordu. Göz rengi belirginleşmiş bakışlarındaki buğu yok olmuştu.
Gözleri ruhumu sorguluyordu, bu rahatsız ediciydi.
Yağmur damlalarının üzerinde çıplak ayaklarıyla attığı adımlar bana ulaşmasını sağlayıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Ona minnettar olmamak elde değildi: Zaten yarı açık vaziyetteki bilincime tekme atan o gecenin üzerinden sessiz sakin tam üç gece geçmiş ve ben, bu eve geldiğimden bu yana karşımdaki genç adam tarafından hiçbir şekilde sorguya çekilmemiştim. O, olanları öğrenebilmek uğruna en ufak bir çaba bile göstermemişti.
Hala gerçekleri dile getirecek güce sahip olmadığımı biliyordu.
Düşüncelerim uçurumun kıyısındaydı. Gecenin sabaha aralandığı bu saatlerde çok kısa bir süre önce yaşananlar yıllara dağılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...