24. BÖLÜM "PANDOMİMA" (1. KISIM)

2K 155 6
                                    







Asansöre doğru ilerlediğimiz sırada ceketinin önünü eliyle bir arada tutup koşar adımlarla yanımıza yaklaşan görevlinin bir anda durmasına neden olan şey Bera'nın sol eliyle verdiği komuttu. Adam, daha ayağını zemine dahi bırakamadan öylece kalakalmıştı ve artık benim gözümden bakıldığında bu hiç de tuhaf karşılanacak bir durum değildi. O, patronuna boyun eğen çalışanların, bel bükerek hayıflandığı korkudan daha çok hayranlığın peşinden gelen gösterişli bir saygı çerçevesinde anılan, silah tutmayı dahi tam olarak bilmeyen yeniyetmelerin mazluma horozlanan ağababaları misali gücünü zorbalığa heba etmeyen, isminin geçtiği her yere kusursuzluğu taşıyan bir olgunluktu.

O Bera'ydı.

Hikmetle hükmeden, mülk ve saltanatı devamlı olan yaratıcının açıklaması güç bir tılsımla var ettiği insanlar üzerinde kurduğu devasa yekte, pahada dudak uçuklatacak kadar ağır taşlarla bezenmiş olmasına karşın daha önemli bir anlam taşıyor, halk arasında dilden dile dolanan hurafelerle efsunlu olduğuna inanılan taca sahip bir padişahtı. Hiç kuşkusuz, etrafında kim varsa tek bir bakışıyla sözünü sayar ve severdi. Ona toplum içerisinde sınıf atlattıran düşünce yapısına ek olarak varlığını her koşulda hissettirebilen ruhu, her bir hücresine ulaşmış, bedenini bir kalkan misali sarmalamış durumdaydı.

Parmaklarım elimde tuttuğum çanta üzerindeki baskısını bir kat daha arttırdı. Kafamın içi bir bomba kadar zayiatlı bir biçimde patlayacak misali onunla dolmuştu fakat asansörün düğmesine basar basmaz açılan kapıyla yaptığımız hamlelerin hem aynı anda olması hem de tıpatıp benzemesi beklenilene uyum sağlayarak bambaşka anlamlara sesleniyordu. Dudaklarım itiraz etmek istercesine aralandı. Fark ettiğim ve haliyle zihnimde yankılanan bu bedensel uyum, az önce bahsettiğim ne varsa hepsini -ne kadar önem arz ettiğini umursamadan- görmezden gelmeme neden oluyordu. İçimdeki heyecan kabarmıştı.

Geçmiş geleceğin, gelecek geçmişin zaafıydı.

Bazı hislerin kanı damardan taşmaya yatkındı.

İnsanoğlu asırlar boyu süregelen toplumsal kuralların eşiğinde yaşarken bir yandan da gerek çevrenin gerek kendi benliğinin baskılarıyla uyuma takılırdı ve yine insanoğlu kendine verilen hayat içerisinde bir zamanda bekleyen hayat arkadaşının fiziksel güzelliğiyle övünmek konusunda nefsine yenilen tek varlıktı. Oysa övülmesi gereken ruhlarımızdı ve şimdi hiçbir nedene sığmayan bir biçimde ona uzun uzun bakarken gördüğüm şey bizim aramızdaki fiziksel uyumdan da farklıydı.

Gücün zincirleri dik durmak uğruna büyük bir çaba sarf eden ruhumun kollarına dolanmıştı fakat bu sefer acısızdı. Bu olan şeyin adı her neyse eksisizdi.

Bera Baybars'ın et ve kemik kavramlarından sıyrılan teni tenimdeydi. Ona hala kızgın olmam da bunu değiştirememişti. Tüm kozmosu aydınlatacak kadar kuvvetli olan ışığı bile isteye benim ruhumun tam ortasından geçmekteydi.

Üzerimde kurulan etki beni kendi benliğim ile tanıştırmak üzere programlanmış gibiydi.

Kendimle göz göze gelmemi sağlayan aynalı asansör kapısı açılırken aramızdaki çizgi belirginleşerek genişlemiş ve kısa bir süre içerisinde yansımalarımızı birbirinden ayırıp yok etmişti. İlk adımı atıp ilerlemesini beklerken birkaç saniye -yüz hatlarını bir kez dahi hareket ettirmeyecek şekilde- önüne bakıp hareketsiz kaldı. Kafamda şekillenen düşsel bir ayrılığın yerini tutmam için uzattığı eli almıştı. Günlerdir ikimizin arasında tur atan soğukluğun savunuculuğunu yapan kelimeler duygu durumumun ördüğü duvarın arkasındaydı. İrademden bağımsız hareket eden ılımlı bakışlarım önce güzellik kavramını temsil edebileceğini düşündüğüm eline sonra da elinin içini tamamen dolduran elime baktı.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin