Kirpiklerimi birbirine dokundurarak küçülen gözlerimi kapatıp açtığımda sanki birden fazla bomba aynı anda patlamış, koca bir kasa dümdüz olmuş misali büyük bir gürültü oluşturacağımı düşünerek tereddüt içerisindeydim. Arabanın camlarından göründüğü kadarıyla dışarıyı izlemeye devam ettim. Yeni yeni doğan bir günün ilk ışıkları, hüznü gece boyunca yeryüzüne döken bulutlara dokunurken hala sessizce bekliyor olmamızın verdiği huzuru tadıyor, bir yandan da sessizliğin içten içe yarattığı korkuların damağımı yarmasına engel olamıyordum.
Zihnimin perde arkasında küçük bir sahne kurulmuştu ve ben, hiçbir tepki göstermeden o sahnenin üzerinde oynanan oyunları değerlendiriyordum. Mantığımın yaralı halinden olmalı, tüm bu aklımdan geçenlerin nedenlerini de umursamıyordum.
Şimdi karanlığın içerisinde, elinde kaderiyle beraber emekleyen bir bebeğin çıkardığı tuhaf seslere kulak kesilmiştim. Nereye gitmek istediğini bilmiyordum. Başlarda karanlıktan korkmadığını düşünsem de sonradan karanlıktan korkup aydınlığa ulaşmak için hiç durmadan emeklediğini, o sesleri de korkularını unutmak çıkardığını anlamıştım: Etraf tamamen aydınlandığında artık emeklemediğini, konuşmaya çabalamadığını görüyordum. Başımı güvenli bir göğsün üzerinde hafifçe hareket ettirdim. Ben zihnimin perde arkasında oynanan oyunlardan çekiniyordum.
Artık oyun istemiyordum.
Gerçeklik çizgimi kaybetmek üzereydim. Bu şekilde toparlanmak adına olan tüm çabalarımı boşa çıkarıyor, durumu daha da zor bir hale getiriyordum. Kendi yaşanmışlıklarımı bile bu oyunlara katmaya başlamıştım ki zaten ortaya melodramdan başka bir şey de çıkaramıyordum. Ayrıca nereden bakılırsa bakılsın berbat bir hayat oyuncusuydum.
Bera'nın sırtımda bulunan eski ve yeni yaralarıma baktıktan sonra kendi üzerinden çıkarıp bana giydirdiği gömleğin kollarının uzun gelen kısımlarını avuçlarımın içinde tutarak buruşturmuştum. Elimi kucağıma indirdim. "Melodram." dediğimde kucağındaki hareketsizliğimi sürdürmeye çalıştığımı belli eden bir edayla fısıldıyordum. Bakışlarımı görüş alanımı dolduran sakallarına değdirmiştim.
"Ne?"
"Bu..." Onun ağır ses tonuna karışılık sesimin tınısını istesem dahi yükseltemiyordum. Gerçek olan oydu ve ben gerçeğin, yanlış bir hareketimin sonucunda zihnimde parçalara ayrılması fikrine katlanamıyordum. "Sanki bir melodramın içerisindeymişim gibi hissettiriyor."
Erişimini tamamlayan yeni parçaların, beyin hücrelerim ve ruhum arasındaki ütopik bağlantı içerisinde kara dumanlı bir tılsımı andırarak akışını dinlediğim sırada sözlerim ilgisini çekmeye başlamıştı. Sırtını doğrulttuğunda uykusuzluğunu gizleyen bakışları üzerimdeydi. Düşüncelerimi bir ayna misali yansıtan savunmasız bakışlarım onun tarafında kalan kapının camına takılmıştı.
Kendini bin bir türlü betimlemeyle süslettirmekten sıkılmayan hislerim benim esaretimi belgelemek için çabalamaktan vazgeçmeyecekti.
Bera biraz uzaklaştığında o kara dumanlı tılsım diyerek tasvirlediğim suretine bürünüp istediği gibi bir tepki vermemi sağlıyor, bir bakıma Bera'nın varlığına dahi direnmek için uğraşıyordu. Etki alanı gittikçe büyümüşken benim ondan tamamen kurtulmak istiyor olmamla yeni, ağır bir savaş başlatmış gibiydi. Bu gece, Bera'nın varlığına rağmen kendini geriye çekmemişti ve bir etki yaratamıyor olmak onu delirtiyordu.
"Hislerim yaşadığım, yaşadığımız olaylara canlılık katmak için arkada durmaksızın çalan bir parça gibi." dediğimde sesim biraz olsun daha canlı çıkmaya başlamıştı. Düşünerek, yavaş yavaş konuşmamdan kendim bile rahatsızlık duyup yutkunurken o halinden gayet memnun görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...