Saniyede binlerce insanın yok olup yine binlerce insanın doğduğu gerçeğini, alışmışlık çok, olması gerekenler kategorisine sığdıran muhakkak ki, Tanrı'nın varlığını kanıtlayanlardan biri saydığım yeryüzüydü. Yeryüzündeki, canlıların nefes alıp verme ritüelinden daha fazlasını kapsayan yaşamı, sonu belirsizliğe hitap eden gökyüzüne doğru savurmuş fırtınaların ardından çıkagelmekten hiç vazgeçmeyen o dostane rüzgar saçlarımın arasından geçmişti. Her yıl, var olan sıralamayı hiç şaşırtmadan dört farklı mevsime de yer veren doğanın mucizevi dengesi kendi vicdanını hafifletmek ister gibiydi fakat bilmediği, biliyorsa şayet hafife aldığı bir şey vardı; sevgisiz kalan bir toprakta filizlenen silik benliğimi temsil edebilecek tek hava dalgası, tüm iyilerin kanlarının akıtıldığı, sapkınların ucuz zaferlerini temsil eden bayrakları göğe değdirdiği bir gecenin üzerine düşen kıyamet fırtınasıydı.Hükümdarlığı göğün bütününü ve yeri kucaklayan, çok yüce, çok büyük ve tek gerçek ilah olan yaratıcı, aynı rahim içerisinde aynı anda gelişen bebeklerin ruhlarını dahi farklı yaratmıştı.
Hiç kuşkusuz rüzgarlarda farklıydı.
Örnek verecek olursam, mutluluk hissinin tam kalbine enjekte edildiğini sandığı, ölene kadar hatta ölüm anında bile hatırlayacağını düşündüğü bir geceyi başını yastığına koyarak sonlandırmak isteyen bir gece güneşinin eve dönüş sırasında kaza yapıp hurda yığınına dönen bir arabanın içerisinde sıkışmış vaziyette, en sevdiklerinin hareketsiz bedenleri arasında saatlerce kurtarılmayı beklemesini kaldırabilecek bir rüzgar, asırların yok edemediği, kökleri koca şehri sarmış bir çınar ağacının ansızın devrilmesini sağlardı. Sonra, eğlence amacıyla oynanan oyunların gözle görünen tehlikesini hesaba katmadan işlenen bir günahın, o günahın üzerini toprakla kapatıp yıllar boyu tutulan bir sırrın vicdana ulaşan yankısı, uyku arasında, pencerenin önündeki ıhlamur ağacını cama sürten rüzgardı ve benim bahsettiğim rüzgar, tüm bunların aksine geçmişin şimdisinde saklıydı.
Şimdi hissettiğim esinti ise bir gelecek hakkı kazanmaktı.
İyi ya da kötü olduğu da önemli değildi; artık benim için bir gelecek hakkı vardı.
Kollarımı göğsümün altından bedenime dolayınca ellerim üzerimdeki hırkayı bel hizasından tutarak sıkı sıkı kavradı. Kapının korkuluğuna yasladığım omzumu geriye çeker çekmez dışarıya doğru attığım ilk adım az önce zihnimde dolaşan düşüncelerin korumalığını yapabilecek kadar güçlü ve sağlamdı. Evet, hava hakikaten soğuktu fakat tatlı tatlı vururken üşümek güzel bir şeymiş gibi hissettiren esinti, bir bakıma hala ısrarcı olduğum kıyamet fırtınası ile birebir özdeşen geçmişimi umursamadan tenimi okşamaya devam ediyordu.
Arada benim kavrayamadığım bir çizgi doğmuştu.
Bir an, kendimi mutlu sonlu gerilim filmlerinin son sahnelerinden birinde, yaşanılan onca şeyden kurtulmuş o başrol oyuncusu sanmam da tamamen içinde bulunduğum mekanla alakalı olmalıydı. Avuçlarımın arasında bir fincan sıcak kahvemin ve ileriye uzanan bakışlarımın olmaması dahi önemli değildi çünkü burası tam da bahsettiğim hislere aitti; yeşilden kalan bir kahvelik taşıyordu.
Kahvenin tekrar yeşile uzanacağı doğruydu.
Spor ayakkabılarımın uç kısımlarından sıyrılan bakışlarım etraftaki ormanımsı görüntüyü izlemeye başlayınca dudaklarım daha da büzülmüştü. Burası merkeze yakın bir siteye bağlı olmalıydı.
Ev hakikaten büyük, büyük evlerin geneline aykırı bir biçimde sıcacıktı.
Adımlarım benden habersiz bir biçimde hızlandı. Evin sol kanadından dolanarak ulaştığım arka bahçenin özeni giriş kısmından farksızdı. Çevredeki ağaçlar yapraklarını yitirmelerine rağmen bakımlı görünüyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...