Dünyaya gözlerini açtığından bu yana rahatlık hayallerinin, huzurlu bir yaşamın temellerini en kolay şekilde atacak yollarının yavaştan yavaştan aşılandığı binlerce faninin aslında zorluk diye adlandırdığı savaşları arasında soluk soluğa kalmış bir beden olarak yaşamak adına duyduğu, zehri sinsice yayılışında saklı olan arzu, beni, benim ruhumun soyunu talat etmişti. Biz içten içe zor olana meyilliydik ve bunun doğruluğunu kabullenmek kadar bunu yaşamaya karşı da bir hayli direniyorduk. Adının anlamı arada kalmışlık olan, elit bir mağarada nefes alan onlarca kalp kırıklığı olarak en çok sessizliği isteyen, zihni en çok bağıran, avazı çıkana kadar bağıran , işte o bizdik. Acısı ciğerlerime kadar taşan, fırsatını bulsa tenimde kesikler açıp oluk oluk kan olarak fışkıracak olan geçmişin ömürlük izlerini, boynumda, soyut bir intihar girişiminden izi kalmış bir ipin hissettirdikleri gibi ruhumda taşımanın yanı sıra, tüm evren ve dahası duyacak kadar bağırmak isteyip elleri serbest olmasına rağmen ağzındaki bandı çıkarmayı akıl edemeyen bendim. Kim bilebilir ki, belki de bu sözünü ettiğim şeyi yapmak falan da istemiyordum. Ne doğru ne yanlış, kim iyi kim kötü, ben kendi sandığımın aksine hangi taraftayım, bilmiyordum. Seçimleri, artık bir an evvel doğması gereken seçimleri bu nedenle aksatmış, vaziyeti kabullenmiş, zihnimin girdabını kaldıramayacak kadar karışmıştım. Artık düşmüştüm. Perişanlığın tanımını sırtlandığım zamanların ardından bu düşüşü geç fark etmiştim çünkü ne acı, acıya deneyimli olup olmamamın bir önemi yoktu, başkalarının uyarılarının da bir önemi yoktu, ben kendi söylediklerimi dahi duymuyordum. Çok düşünüyor, bir matematik testi çözmeye kalkmış, çözmeye çalışırken sayfada boş yer bırakmamış fakat olması gerekenin aksine sonucu bulamamış misali hiçbir doğruya kati suretle ulaşamıyordum.Pes.
Pes etmiştim, evet çünkü kendimi kandırıyordum. Hala, tıpkı silah sesiyle zemine dağılan sokak lambasını izlediğim günkü kadar karmakarışıktım. Ayağa kalktığımı, biraz olsun toparlandığımı sandığım anlarda da kendimi kandırıyordum. (Sadece kendim inanıyorum demeyi bile ne çok isterdim, buna ben bile inanmıyordum.) Kendi kendime iyi olduğumu sayıkladığım anlarda gözlerimden akan birkaç damla yaşın hesabını asla veremeyecektim. En alçak yalancıydım, kendimi bile isteye kandırıyordum ve öyle iyi biliyordum ki bunu yapan tek kişi de değildim.
Hedefleri, idealleri uğruna yıpranan, ortaya hiçbir şey çıkaramadan pes eden, doğru yoldan gitmeden iyi bir sonuç bekleyenler arasında yer alıyordum. İçten içe, acı acı gülümserken kanadı doğuştan kırık, bir kağıda aktarılmak istense mürekkebi bulanık bir nefes bıraktım. Vazgeçmeliydim.
Vazgeçmeliydim, insanoğlu her şeye göz dikmemeyi öğrendiğinde hakikaten oldukça geç olacak belki de sonsuz bir yıpranış sonsuz bir hıçkırık peydahlanacaktı, herkes biliyor, herkes susuyordu. Olması gereken bu muydu bilinmez ama olacak olan ölümcül bir kanserden başkası değildi. Bazı güçler hiç tartışmasız kanardı. Bazı güçler zaferle kırılırdı.
Yakıcı bir susuzluk bedenimi esir alırken içimde yanan his, bir alçalıp bir çoğaldı. Belki de içimi kavurduğunu sandığım, içiminde içini kavuruyor, sönüyor fakat muhakkak tekrardan çoğalıyordu.
Ruhum affedilmeye susamıştı ve ben kesin olarak iyileşmemiş, bir de üzerine kalbimi bir adama teslim etmiştim.
Aşk...
Aşık olmuştum.
Binlercesinin gerek destanlara katıp gerekse masallarla harmanlayıp gelecek nesillere aktarmaya çalıştığı, sonsuzluk tanımıyla uyuşmasından, mutlu ya da mutsuz sonsuz sonlarla bitmesinden daha çok var olduğu anın kalp atışlarını hatırlamaya odaklandığımız aşkın aslında tam olarak ne olduğunu, bu konudaki deneyimsizliğine bir de bilgisizliği eklenince duygularını eline yüzüne bulaştıran bir çevreden öğrendiğim, elle tutulmaz, vasat düşünceler topluluğu ve kitaplarda gördüğüm, kimi zaman fazla üpotik ilişkilerle anlamlandırılmış biri olarak nasıl olduğunu anlamadan, geçerliliği olan bir savunma mekanizması geliştiremeden teslimdim ama şu an gerçek tanımı oldukça iyi biliyordum: Ben bir ev bulmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...