Düz çizgilerin yan yana uzandığı bir zemin üzerinde, can yakmayı hedeflediğini -en başından beridir- tahmin ettiğim geri sayımı sırtlanan saniyelere uyum sağlamamasını önemsemeyeceğim kadar kompleks olan hisler ile durgun bir biçimde ilerlemenin, ölümü karşılamayı göz alacağım kadar dik bir yamaç üzerinde soluk alıp vermeye vakit ayırmadan, hızlı hızlı yürüyor olmak ile eş değer olduğu anlar, varoluşun kıtır yokluğunda kundaklanan ruhumun tamamiyle bağlı olduğu inançların, soyut kavramına aldırmaksızın oluşturduğu ağırlığa dışarıdan bakıldığında dahi anlaşılabileceği kadar savunmasız kaldığım zamanların hemen hemen aynısıydı. Hakikatlerin göz ardı edildiği bir evin en sessiz odasında çaresizce diz çöktürebilen bu his, sütüyle beslendiğim, ilk adımıma ek olarak daha bir çok anıyı kapsayan yıllar boyunca ölü bir yaşanmışlıkla yanımda olan öz annemin çamaşır makinasının kapağını açmadan önce acizliğe bağımlı hale gelen düşüncelerine yenilip titremesinden tanıdığım bir karmaşaydı.Annem.
Annem ilahlaştırdığı sevginin yirmi bir yıldan bu yana bir kez dahi kendine dokunmamış olmasıyla zehirlenmişti.
Siyah süet botlarımı görüş açısından ayırmayan bitkin bakışlarım, Baha Bey'in çalışma odasına doğru attığım her yeni adımda bir kat daha çökmüş, bedenimi kelimenin tam anlamıyla sarmalayan kırçıllı alt üst takımın doğru seçim olup olmadığına karar veremeyen yanımı ayıplayan midi boy eteğim adımlarımı -istemsizce- yavaşlatmama neden olmuştu. Bu durum normalin aksiydi: Oldukça işime geliyordu.
Damağımda kalan diş macunu tadı nefesimi üşütürken omuzlarıma yayılan sivri serinlik daha da çoğalmıştı. Uçtan uca birbirine bağlanan hislerim, polisiye bir romanda can verebilecek kadar ayaktaydı. Şuan ki görüntüsünün arkasında koca bir yıkıntı barındıran bedenim günahlarının sonucu olan cehennemi ta en başında kabullenmiş bir katilin bedeniydi ve şimdi varacağım, varmak istemediğim oda, o günahlardan birinin işlendiği yerdi.
Agnostizim her daim benliğimde yeşermeye meyilliydi.
Çürümüş yaşam kalıntılarının ardında kalan duygu durumum titrek bir zemini çiğnemişti.
Uzun bir süredir bakımdan uzak kalan ellerim, yukarıda, odada bulduğum bir vitaminle kendine gelmişti. Kapıda kolunu tutacağım sırada ısınan nefesim genzimi sıkı sıkıya kavradığında başımı geriye atmadan hemen önce çeneme dokunduğum sırada tavana diktiğim bakışlarım donukluğunu bozmamış bir halde beklerken kararlılığım parmaklarımı kavradı ve bir kukla misali robotik hamlelerle kapıya çarptırdı.
Baha Bey'in, Bera şuan yanında olmasına rağmen beni çağırması gerçekten ya büyük bir hataydı ya da birazdan karşılaşacağım durum, zihnimde canlanan seçeneklerden oldukça farklıydı.
İkinci kez çalmak niyetiyle üzerine hamle yaptığım kapının açılması kırık bir nefesin rastgele atılıvermiş bir ok misali hedeften şaşmasına neden olmuştu. Kaşlarım şaşkınlığımı belli edercesine yukarıya doğru kalkarken akciğerlerim tıpası kurtulmuş bir şişe görev halini almış, içerisinde biriken ısı tüm bedenime yayıldığından organlarım işlevlerini yavaşlatmıştı.
Bera, tam karşımdaydı.
Benim geldiğimi bildiğinden kapıyı kendisi açmıştı.
Uyguladığı kuvvete bağlı olarak iyiden iyiye belirginleşen kalın damarlarının takip ettiği hizayı gözler önüne seren eli hala kapının üzerindeydi. Durdu. Atmosfer ile çepeçevre sarmalanan Dünya'nın kendi etrafında dönmekten vazgeçtiği biraz önce açıklanmış ve sonun sokağına girmemize neden olan bu felaketin ardında terini bırakan acımasızlık onun zihninde gizleniyormuş misali kasılan bakışları, anlayış ağacından koparıp hiç beklemeden ilk ısırığımı aldığım sulu meyve ile yumuşayan bakışlarımın uzattığı eli kavrar kavramaz hafifledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...