16. BÖLÜM: "MAİN"

5K 471 35
                                    

     Tanrı'nın gönül gözü açık olan kulları için çağlayan cennet ırmakları, Misk tepelerinin altından taşıyor, hak ettiğim yerde tam da hak ettiğim şekilde çektiğim azabın bekçiliğini yapan cehennem zebanileri, alevler içerisinde kalan kalbimin suskunluğu bir türlü bastıramıyordu. İlk nefesini her defasında küllerinden alan kalbim, suskunluğumun kanayan çığlıklarıyla tanınıyordu. Derin yaralarından akan günahları dahi ellerimin ayasını bastırarak durdurmaya çalıştığım ruhuma kolayca hükmü geçen kaderim, alevlerin tenime temas ettiği sırada cennet ırmaklarına olan inancımın kaybolmasında etkili olduğu kadar şimdi, o ırmaklara olan bağlılığımda da oldukça etkiliydi.

İnsanoğlunun hissiyatlarına ortak çıkardığı kader, ciğerlerime çektiğim bir nefes esnasında alnımda duran ellerimin de anlatabileceği o umudun tükendiği zamanlarda beni soğuk bir geçmişin kolları arasında ölüme teslim olmaktan son anda kurtarmıştı. Tanrı, seçimleri kullarına bırakıyor, seçtiğimiz yolları da sonuçlarını da muhakkak biliyordu.

Bugün karşıma çıkan -iyi ya da kötü- ne varsa hepsi bana aitti. Vicdanımı söndürmek niyetiyle kaderin üzerine attığım suçlar, dönmüş dolaşmış, yine benim üzerime yıkılmıştı. Kulaklarımdaki çınlama çoğaldı. Hiçbir şey acıyla sınırlı kalmayacaktı.

Hiçbir şeyin acıyla sınırlı kalmayacak olması daha çok acıtacaktı.

Çölün ortasındaki sulak, bir halüsinasyon değildi ve ödeyeceğim bedeller kadar bu sızının dirseklerinde olmama rağmen hayatta kalmamı sağlayacak passız hislerim de bana danışmadan yeşermişti. Büyükannemle ilgili hatırladığım tek anıyı da unutmayı göze alarak umudu kestiğim Main, şuan kanıma kadar işlemişti.

Main, öyle bir şaraptı ki içinde hiçbir zararlı özün bulunmadığı, içenlerin bilincine zarar vermediği gerçeğine karşı konulmazdı.

Bera.

Bera benim cennette akan ırmağımdı. Onun sadece benim değil diğer herkesin gözünden bakıldığında da kusursuz bir yaratılışı vardı. O, üzerime yıkılan acının torunlarıyla dahi baş edebilecek bir adamdı. Serin suları ruhumdaki ateşi cayır cayır yakmıştı.

Medceziri evlat edinen bir okyanusu yansıtan bakışlarım, pencereden dışarıya, kuru yaprakların çoktan temizlenmiş olduğu bahçeye uzanıyor gibi görünse de gerçek görünenden çok daha farklıydı. Bakışlarım, hislerimi irdeleyen soğuk ile arama somut bir set çeken camdaydı.

Her varlık belirgin bir özelliğinden can bularak Bera olmaya başlamıştı.

Asıl korkunç olan ise Bera'nın içerisinde bulunduğum kozmostaki tüm varlıklardan daha güzel olmasıydı.

Zihnimin yaşamayı sevmeye başlayan odaları bir yandan ışıklandırılıyor bir yandan da küçüldükçe küçülüyordu. Sinsi bir şekilde süren karmaşa birbirine doladığı hislerinin zıtlığının farkında olmalıydı: Neyi ne kadar hak ettiğimi sadece bir saniye düşünüyor olmak bile yeri geldiğinde katlanılmaz bir azaptı ve Tanrı'nın günahlarını tutan melekleri iyi iş çıkarmıştı. Dün her şeyin çok fazla iyi gittiğini düşündüğüm sırada olanlar bana bunu yeterince anlaşılır bir dille açıklamıştı.

Hayat gerçekleri sobelemişti.

Durum aslında şundan ibaretti; hayatım boyunca yaşayabilecek olduğum mutluluk seviyesinin en tepede olduğu anlarda azla yetinemeyip teleferiğe binmeye ikna etmeye çalıştığım adam, gelen telefonun ardından -hızlıca otele ulaşmak içinde olsa- bu düşüncemi gerçekleştirirken her zaman her istediğimin olamayacağını da ruhuma nakşetmişti. Evet, belki o zaman istediğim olmuştu fakat kader, aç gözlülüğümü bana pahalıya ödetmişti: Mutluluk paraşütle iniş yaptığımız kumsalda kalmıştı ve artık, teleferikte olmamızın hiçbir önemi de yoktu.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin