Gecenin, pençe darbelerinin ardından hissettiği acıyı yutmaya çalışsa da başarısızlığın asası belirdiği ilk anda avazı çıktığı kadar bağıran, güçlüymüş misali dimdik durmaktan vazgeçen bir kadınınki kadar sahici olan yüksek volümlü sesi, rüzgarın, tenini yaladığı sıcak asfaltın üzerinde –çıplak ayaklarıyla- hızlı hızlı yürüyen bir başka kadın gibi çaresizce pes eden ruhumun ritmiydi. Kanlı notalar, sıcak tenler ve belli belirsiz bir mırıltı. Ruhum, beynimi bir böcek gibi kemiren düşüncelerimin birbirine kenetlenerek var ettiği isli duvarın dibinde diz çöktü. Varlığım benliğini hangi taraftan kötüleyeceğini bilmiyor, saatlerdir tüm suçu kendimde aramama sebep oluyordu. Öncelerde tüm baskılara, titreyen ellerimi dudaklarımın üzerinde tutuşuma rağmen yağmurlarımı gizlemem izin vermeyen bir yara vardı ve her ama her saniye, "Ben bir zamanlar ölümcül derecede kanadım, sızdırarak kanamaya devam ediyorum, kabullen devam da edeceğim." Diyordu. Dilindeki zehir, bileklerimdeki görünmez zincirdi. Süregelen yorgunlukta gözyaşlarım içime içime akmaktan başka çare bulamamıştı ve sonuç olarak zavallı kalbim sırılsıklamdı.Dahası, en fena olanı bir katilin kalbi zavallı olmayı başarmış, kendini en adi biçimde aklamıştı.
Payına, auroranın can bulduğu kutupların buz soğuğu, Unesco'nun dünya mirası listesinde yer alan adaların içerisinde bulunduğu ekvatorun kavurucu sıcaklığı düşen, bin bir güzellik arasında bunlarla yetinmeye çabalayan, suskunluğu yaratamayınca şükürsüz sayılan ki sadece affedilmeye ihtiyacı olan yüzsüz kalbimin yağmurları –sessiz sessiz- feci, önlenemez bir fırtınayı haber veriyordu.
Suskunluk.
Hatalarıyla olgunlaşan insan iyi ya da kötü, konu her ne olursa olsun hislerinin zirvesinde bekliyordu. Kalbim oldukça anlamsız olsa da bir kez daha varlığını sorguladı çünkü şu an, boşlukta olma durumu beni uçlara taşımıştı taşımasına ama hislerim hiçbir yerde de değildi.
Bıçaksız kesikler oluşturan acılarım, kendine, kendince bir kılıf bulmuştu, yoğun değillerdi ve açıkçası bu durumdan şikayetçi de görünmüyorlardı.
Güçlü bir şekilde parlayan durgunluk, tüm bedenimi, haftalar önce dudaklarıma dokunan dudakların bıraktığı bir yankı misali sarmalamıştı. "Ben sana bütün hayatımı, hakiki anlamda seni tanıdığım gün başlamış olan o hayatı anlatmak istiyorum. Ondan önce yalnızca bulanık bir şeyler vardı, hatırlama çabalarıyla asla derinine inilmeyen bir şeyler, belki toz tutmuş, örümcek ağlarıyla örülmüş, karanlık yüreğimde hiçbirinin bilgisi bulunmayan nesnelerle ve insanlarla dolu herhangi bir mahzen." Diye devam eden, akıcı satırlar arasında gezinen gözlerim hafif kızarıklığını –şükür ki- sürekli ağlamalara değil uykusuzluğa borçluydu fakat uyku, kısa süreli rahatlama oldukça uzaklardaydı. Sayfayı çevirirken dudaklarım yersiz bir gülümsemeyle kıpırdandı. Gözlerim daha da kızaracaktı; her şeyin elbette bir bedeli vardı.
Yerde yatar bir vaziyette, koltuğa, yukarıya doğru uzattığım bacaklarım yavaş yavaş uyuştuğunu hissettirdi. Dizlerimi karnıma doğru çektim. Dudaklarımı aralamama sebep olacak kadar tok bir ağrıyı, sebebinin yaptığım hamle olduğunu düşünerek geçiştirmek istesem de öyle olmadığı belliydi: Bu ev, bu büyük ev çoğunlukla beni sarıp sarmalasa da şu an bana sadece boşluktu.
Bera'dan hala bir haber yoktu.
Dün öylece, tek bir haber vermeden gittiğinden beridir ne aramış ne bir haber vermişti, yoktu. Yokluğu ruhumun ıslak topraklarını kazıyordu ve evde tek başıma yapabileceklerim sıralamasından ilk onu çoktan tüketmiştim, ilk maddeyi iliklerine kadar sömürüyor, okudukça okuyordum.
Göz kapaklarıma hükmetmeye çabaladım.
İki kitap bitirmiştim, şu an üçüncünün sayfaları arasındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...