24. BÖLÜM "PANDOMİMA" (2.KISIM)

1.8K 160 8
                                    







  Giyinişinden bir saki olduğu çok net anlaşılan kadın, hızlı ve tedbirli bir biçimde etrafa bakındıktan sonra lavabodan içeriye girince, "Girdi." dedi, Galina. Boğazındaki katlanmış düğüm hala çözülemediğinden belki de, kendine nefes aralığı bırakarak konuşuyordu. Kalbinde kötülük barındırmayan herkesin ilk hatasını, normalde olması gerekenden daha belirgin ve abartılı bir ışıkla sahneye alan karanlık bir sokağın başlangıcında peşine takılan siyah bir siluetin sessizliğini fakat o sessizliğinde en güçlü yanını benimseyen ölüme karşı her daim dirayetsiz kalan yutkunuşların sahibi olan benden daha gergindi. Hatta gerginliği o kadar büyüktü ki beni yanına çağırıp uyarmak yerine, bir anda kolumdan tutup çekmeyi seçmişti.

Evet, aslında dudaklarımın üzerine bastırılan o el, benim sandığımın aksine bir yardım eliydi.

Bazen -bence çoğunlukla- gördüklerimizin asıl rengi gözbebeklerimizin yetisini kullanarak ayırt ettiğimiz o renk değildi. Bazı olumsuzlukların varoluş sebebi ileride oluşabilecek daha kötü bir durumu önlemek ya da daha iyisine zemin hazırlamaktı. Büyükannemin söyledi o laf, kesinlikle şimdinin, buranın lafıydı.

Her şerde bir hayır vardı.

Galina, lavaboya gelirken, artık bir tesadüf mü yoksa yaratıcının bir emri mi bilinmez, iki kişinin kendi arada konuştuğuna şahit olmuştu. Söylediklerine göre, az önce içeriye giren kadın, misafir görünümlü bir adamdan kesin emir almıştı ve eğer içeriye ondan önce girmiş olsaydım muhtemelen canıma kastedecekti; beni öldürmek niyetindeydi. O, bana bunları aktaracak kadar da olsa küçük bir zamanın dahi olmadığını düşünerek böyle davranmıştı ve haklıydı. Ondan birkaç dakika sonra lavaboya doğru yürümeye başladığımdan nasıl bir duygu durumu içerisinde olduğunu anlayamadan harekete geçmek zorunda kalmıştı.

Her bir ruhu etkisi altında bırakabilecek kapasiteye sahip olan zaman, bir kum saatinin içerisinde yerçekimine yenik düşen o her kum tanesinden farksızdı. Kumun zemine doğru akışı bizim isteklerimizin zıddına bağlıydı. Yeri geliyor, koskoca dünya, küçüklüğümüzde izlediğimiz çizgi filmlerdeki gibi donuyor, yine yeri geliyor, zamanında dolması için ecel terleri döktüğümüz dakikalar birer salise misali geçiveriyordu.

Bu durum şu an benim içinde geçerliydi ve saniyeler aleyhime işliyordu.

Kalbim kendini baskıladı.

Kapı kolunu kavrayıp karanlığı deldiğimde içerisinde bulunduğumuz odanın mabedine dolan ışık Galina'nın yüz hatlarına yansımış, eklemlerimin kasılmasına neden olmuştu. "Bekleyin."

Attığım ilk adım kendini ikinci hatta üçüncü adım için bir güvence olarak görmesine rağmen Galine yine aynı refleksini kullanarak kolumu kavrayınca gururunu sineye çekti. "Nereye?" diye sordu, fısıldamanın bağıran tonuyla. Endişeliydi. "Dur."

"Dur, çıkma hemen."

Koridorda görünen bir adam yüzünden kapıyı kapatmak zorunda kaldığımda etraf artık tamamen karanlığa bulanmıştı. Elim, göremeyeceğini bilmeme rağmen dudaklarımın üzerine yaslandı. "Şsh."

O, Bera Baybars'ın annesiydi, hissetmeliydi. "Sakin."

"Bekleyin, lütfen."

Kapıyı tekrar araladığımda bulunduğum ortamdaki tüm havanın vakumlandığını düşündürecek kadar sessiz kalmaya çalışmam, nabzımın her bir hareketiyle beraber nefes alışverişimdeki denklemi de ortaya çıkarmıştı. Sanki ruhuma çok ince bir bağ ile tutunduğunu bildiğim bedenimin birden çok noktasına, aynı anda iğne batırıyorlar gibi geliyordu, bu fazlasıyla rahatsız ediciydi.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin