30. BÖLÜM "LAYETEZELZEL"

1.5K 92 12
                                    




  Dışarıdan bakıldığında, yüz hatlarımıza yansıyan umut tılsımıyla kendini belli eden, uykusuz bırakan binlerce zorluğa dahi değdiğini düşündüren kurtuluş, insani algıda, bizim planlarımıza, bizim bitmek tükenmek bilmeyen isteklerimizi içine alan azmimize bağlı görünse de -maalesef- gerçek o kadar da düz bir zemin değildi. Öyle ki zorlu bir yamaydı ve o yamadan bir oğlan çocuğunun büyük ya da küçük tüm hayalleri yuvarlanmıştı.

Kırık akrostiş.

Azgın bir satır boşluğu.

Şah damarımdan duyulan ölüm saati.

Şayet tam da istediğimiz gibi düz bir zemin olsaydı, yine de tüm bu var olan düzen değişmez, zemin bu sefer olabildiğine kaygan bir hal alırdı: Zorluk her hayatta, her daim vardı.

Sadece içten bir şekilde duymak isteyenlerin duyabileceği kainatın, fısıltısında dahi toprağı ikiye ayırabilecek olan kudretli sesi düşüncelerime karışırken gözlerimde toplanan buğu, kendini rüzgara teslim etmenin verdiği hazla daha da koyulaştı.

Bir yemek çeşidi olsaydı, her yapılışında farklı bir tat vereceğinden, bir hava olayı olsa, bir üzerimdeki kıyafetleri tenime yapıştıracak bir yağmur olup bir kavurucu sıcaklık olacağından öz annemin babama olan sevgisi kadar emin olduğum gerçek, şu andan, Bera ile aynı anda arabadan inip öylece durarak birbirimize bakmamızdan ibaretti. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, yaşayacakları ve seçimleri birbirinin sırtına yaslı bir şekilde ilerlerdi.

İnsan her şeyden önce kaderini tanımalıydı çünkü hakimiyetin ipini bilinçli bir şekilde kavradığımız bir kaderde mantıklı seçimleri yapmış olmak, çok can yaksa da kimsenin önemsemediği yok oluş ya da sırrı çözülememiş bir ölümden daha ürkütücü olan sonsuzluk girdabı kadar incitmezdi. Her kim istediğini -bu çok küçük, bir başkasına göre üzerine basılası dahi olabilir, fark etmez- elde ederse yaşamaya meyilliydi ve buna en kusursuz örnek muhakkak ki benim geçmişim, geleceğim hatta şimdimdi.

Bera, biraz önce itiraf ettiği gerçekten bu yana buz kesilen gözleriyle bakmayı sürdürürken ellerim refleks olarak yüzümü örten saçlarımın savruluşunu engellemek istedi. Gücünü yersiz kullanma konusunda mastır yapan iradem buna engel olamayacak kadar hisliydi. Ellerim hareketini parmaklarımı oynatmaktan ileri götürememişti. Geçip giden saatler, dakikalar, saniyeler en yakın dostum, en güçlü düşmanımdı, evet, evet zaman insana ancak buydu.

Yalanlar, kaypak inanışlar, yalanlar, yalanlar, ilk önce cicili dosta sallanan yumruklar, lanet olası gerçekçi yalanlar.

Kendi kendini bıçaklayan, intihar karşıtı kadınlar. 

Duygu durumum dengede kalmak için direndi. Ne kadar zaman içerisinde oturduğumuzu kestiremediğim, açıkçası bir gram dahi önemsemediğim arabanın sıcaklığını kırıcı bir soğuk ele geçirmişti. Bedenimin her zerresine dokunan soğuk, öğrendiğim bu yıkıcı ötürü olmalı, o kadar da etkili olamamıştı. Kalbimin sıcaklığını hala ruhumda, o gece, ben o çocuğu uzun bir uykuya davet ederken Bera'da oradaydı.

Ben düştüğüm sırada kazan yapan Bera'ydı. Sadece oradan geçtiğinden şüphe duymamama rağmen hiçbir kelimeyle anlamlandıramayacağım bir biçimde -kalıcı olmasa da- benim yaralandığım yerden yaralanmıştı. Oradaydı. Nedenini, nasılını bilmiyorum fakat söylediği doğruydu; her şeyi biliyordu.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin