19. BÖLÜM: "KRİYOTERAPİ"

3.6K 320 30
                                    


  Bodrum katlarının örümcek ağıyla sarılı olan mabedinden ayrılmayan renksizliğin kalp atışlarım ile oynayabilecek derecede ürkütücü olduğu çoğu insan tarafından kabul görmesine rağmen -kim bilir, belki de başka bir seçeneği olmadığından- bodrum katta bulunan eski, kırık bir yatağın üzerine doğan kanlı bebeğin annesinin nefes almayı bırakmasından daha korkunç bir gerçeğe, göbek bağından bulaşabilecek kadar sinsileşen ölüme, doğar doğmaz, ciğerlerindeki acı soğuğun verdiği rahatsızlıkla ağlayan o bebeğin -saatler sonra- yaşamına melek olarak devam etmeye başlayan genç annesine kavuşmasına ayna olan bakışlarım, dokunduğu bedeninin titreyişini suçluluk duygusunun serçe parmağını bir an olsun bırakmadan izledi. Kelimelerim, kırışan alınlarını kalbimin zindanındaki demir parmaklıklara yaslamıştı: Günahın kokuşmuş teninde parmak izi olmayan, masum birinin dizlerinin üzerine çöküp içli içli ağlaması öyle birkaç süslü kelimeyi bir araya getirerek anlatılacak kadar basit bir olay değildi.

Yanaklarındaki kırmızının kıyısına sürtünen his sızıntıları daralan damarlarımın içerisinde her an pıhtılaşıp emboliye neden olacakmışcasına akan kandan farksızdı. Aslında hakim olduğu bedene gölgesini bırakabilen her ruh o his sızıntılarına benziyordu; his sızıntıları fazlasının göz damarlarını kuruttuğu bilinen gözyaşlarıydı; göz yaşları, kanımdı. Ruhun -refah düzeyinde- varlığını sürdürdüğü anlarda, hiç beklenmedik bir biçimde karanlığın fırçasından sıçrayan darbe, aynı ruhun tıkanışıydı. Bazen tek bir adım karşı tarafa geçmek için yeterliydi.

Ağırlığımı parmak uçlarımdan zemine bırakarak eğildiğimde bedenindeki deprem netlik kazanmış, yumruğumun büyüklüğünde olduğuna inanmak istemediğim kalbim sebebini temsil ettiğim acıların koynunda kalakalmıştı.

Kalbim, çırılçıplak bir kadındı.

Omuzlarını tartamayan benliğim pes etmişliği gün yüzüne çıkaracakken benden izinsiz hareketlenen ellerim kalan son iyilik inancımı omuzlarına bastırdı. Ağlamasının tükenmesini istediğim genç kız sevgisini verdiği her şey ve herkesten yoksunmuş, onu, en son onu ölüm durağına bırakacak olan kavramları hiçbir zaman kabullenemeyecekmiş gibi derin bir hissiyatla yutkunduğunda vicdanım gözyaşlarını silmişti. Sonuçta haklılığı kesin olan bir yakarış hak etmişlik kavramından kat ve kat üstündü. Kurtarılmak kelimesi ıslanacak ise, onun kapısının eşiğinde ıslanmalıydı. Hislerim tüm bu düşündüklerimden sonra anlayışla geriye çekilmiş, benliğim özür dileyecek başka bir yol bulamamıştı.

Şimdi kendimi değil korkuyla tanıştırdığım insanları düşünme zamanıydı.

Genç kız, konağa yapılan silahlı saldırının son bulmasına rağmen ağlamayı sürdürüyordu ve hakikaten kötü durumdaydı.

"Gelecekler." dedi. Hıçkırıklarının nefes almasını engellemesini umursamadan tekrar yutkunup önce bana sonra Feryal Hanım'a baktığında önüne geçilemeyecek bir felaketin habercisi gibiydi. Fısıldamıştı: Avaz avaz bağırıyordu.

Gözlerindeki damarlar kızarıklığı zihnindeki yangından almıştı. Nefesini tıkamaktan çekinmeyen dumandan rahatsız olmuş olmalı ki art arda kirpiklerini oynattı. Adını öğrenme fırsatı bulamadığım kız, ne kadar çabalarsak çabalayalım kendine gelmeyecek gibi görünüyordu. Bakışlarını korumaların bizi olabildiğine hızlı ve güvenli bir şekilde çıkarmasından hem minnet duyduğum hem de bir o kadar rahatsız olduğum odanın içerisinde suçlu birini ararcasına gezdirmişti. Diz kapaklarının hemen aşağısında bekleyen elleri az önce kanlı bir bıçağı tutuyormuş misali titredi. "Yine gelecekler."

Ellerini karnına çekti.

Ağlayışı morg soğuğunda uzanan bir aile üyesinin varlığını kesinleştiren isyan çığlığıydı.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin