8.BÖLÜM: "URİEL"

7.9K 574 16
                                    





Büyük ve olabildiğine hırçın okyanuslara dahi hükmü geçen Dünya, her yaratılanı yeni keşfedilen bir gezegen kefesine koyarak koca bir kader teleskobu ile inceliyordu. Bu doğru olandı: Kendi mabedi içerisinde yaşam süren her canlının hayatına müdahale etme hakkı -elbette ki- vardı. Üçten fazla oğlan çocuğu büyütmüş olan o seyrek saçlı babaya benziyordu. Sert mizaçlıydı. Kendine, mantığının doğrularına has kuralları mevcuttu. Huzurun altın tepsisinden yansıyan o parıltıya şahitlik etmemizi sağladıktan hemen sonra dilediğimiz her şeyi zorlanmadan avuçlarımıza bırakabilecek kadar kudretliyken dahi başarma içgüdüsünü benliğimize işliyor, zaferin taze ekmeğini kendi çabalarımızla yememizi istiyordu.

Alışkanlıklarım birbirlerinin bileklerini sıkıca kavramıştı, naiflik yoksunu olan tenleri birleşmişcesine ayrılamıyorlardı. Bu süreç içerisinde de benim huzura ulaşmayı bırak, o altın tepsiden yansıyan parıltıları izlemeye bile takatim kalmamıştı. İhtimaller tüm bu hissiyatı umursamayarak giderek azalıyordu ve iyiye çalan her ne varsa benden daha da fazla uzaklaşmayı kafaya koymuştu. Kısa bir anlığına da olsa yukarıya doğru sıralanan merdivenlere odakladığım bakışlarım şok olmuş misali büyük bir şiddet ile sarsıldı. Ağırlığı altında can vermek üzere olduğum kelime dizeleri, birbirine tam oturmayan düşüncelerim arasına sızıp kararlarımı alabora etti. Bir bakıma -sakince düşünmek için direten yanımı pes etmiş bir biçimde serbest bıraktığımda- karşımdaki genç adam tamamen haklıydı fakat kalbimin kökü yüzyıllara uzanan yosunlarla sarılı bir taş haline geldiğini kabullendiğim halde kusursuz duyguların eşiğinde güvende hissettiren o adamdan kopmakta kolay değildi

Bera, uzunca bir vakit harcamadan adını zihnime işlemişti. İyiliğin, kurtuluşun ışıklı koridorlarını temsil ediyordu. Dünya yerle bir olmuş, hayat sadece onun kollarının arasıyla sınırlı kalmış gibiydi.

Ellerim alnımdaki yeni yeni toparlanmaya başlayan yaranın üzerinde endişe içerisinde gezindi. Nefretini her hareketiyle hissettirebileceğini doğrulayan o adama bakamayacak kadar yıkılmışken ellerim bu sefer merdivenlerden destek aldı. Üst kata doğru dönük olan başımı ona çevirdiğimde buzdan bakışları ve benim çaresizliğim aynı kadrajdaydı.

Sevginin ektiği nefret alelade yeşermezdi.

Hafifçe eğilirken dizlerini kırdı ve ellerini bacaklarının üzerine yerleştirdi. Yaptıklarından, yapacaklarından pişman değildi. Sessizliğim gücüne güç katmaya yetmişti. Çok az da olsa bir aralık bıraktığı dudaklarından sızan nefes, büyük bir iştahla ciğerlerine çektiği tütün dumanını andırıyordu. Sol dizinin üzerine kolunu yasladığında biraz önceki halinden daha temkinliydi.

Çığlık çığlığa bağırmak, ona karşı gelmek istediğimi biliyordu ve bunun için Tuna'ya benzemesine gerek yoktu: Benim duygularım karşı tarafa hep eksiksiz yansıdığından gözlerime bakması yeterli olmuştu. "Kim olduğunu biliyorum." Dedi, tekrardan kolumu tutarken. Nefret onun gerçekçi tavrını yoğuruyordu. Zoraki olarak uyguladığı gücüyle beni ayağa kaldırmaya çalışmıştı. Bakışlarımı takip ediyordu. Ondan korkmamı ve çekinmiş olmamı istediği aşikar bir durumdu.

"Ve öyle görünüyor ki onu senden kurtarabilecek tek kişiyim." Birkaç merdiven basamağı boyunca bedenimi sürükledi. Kolumu daha sıkı kavramıştı. İrkilmiş olmam onun için pek de umursanacak bir detay gibi durmuyordu. "Çünkü sevgili Doğay..." Sonunda gülecek bir imayla aralıklı aralıklı konuşuyordu. Kelimeleri gerçeklerin zehriydi. Şarap kırmızısı bakışları korkutuyordu. "Bera Baybars'ı seni tanıdığımdan daha iyi tanıyorum."

Kolumu bıraktı. Böylesine beklenmedik bir tavır sergileyince anlık olarak oluşan büyük bir boşluğa yakalandığımdan, duvara tutunabilmem oldukça zor olmuştu. Ben neler olduğunu anlamlandırmaya çalışırken o kinini dizginlemiş ve başını merdivenlerin başladığı tarafa çevirmişti. Bakışlarım bakışlarını takip etti.

HARABE (MAİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin