O inşa etmesi zor insan yapıtlarının yıllarca önünde eğilmesiyle beraber binlerce saltanatın, imparatorlukların, devasa surların, surların ardındaki krallıkların baş edemediği, boş beyinlilere kendilerini en büyük güç olarak tanıtan beyinsizlerin, iri cüsselerin hatta çok güvendikleri kahinlerin dahi önünde duramadığı fakat kendisine güzellik, sükunet ve yumuşak uyumla yaklaşan her canlıya şefkatle karşılık doğanın sarsılmaz dengesi, insanoğlunun dünya yaşamı üzerine kurulu planlarından daha hakikatli gerçeklere bağlı olduğundan -oldukça haklı bir biçimde- Tanrı'nın gücünü temsil ediyordu. Sonuçta cennet ve cehennemin mutlak sahibi Tanrı, içerisinde nefes alıp verdiğimiz evrende soyut ya da somut her ne varsa hem birbiriyle hem de sözde sonsuz, hakikatte inandığımızı söyleyerek geçiştirdiğimiz gerçek dünya ile uyumlu yaratılmış, her noktayı hayran kalınası bir biçimde birbirine bağlamıştı. Baş parmağım ağır ağır alt dudağıma sürtündü ve bu, tamamen benden bağımsızdı; bu tıpkı doğduğumuz yer, can bulduğumuz rahim gibiydi.
Ebeveynlerimiz kaderimiz, kaderimiz, elimizde olanı kabullenip isteklerimize bağlı çabamıza eşti.
Burnumda, göz altlarımda gezinen parmaklarım ancak alnıma varınca durmayı seçti. Şayet akıl sahibi olan insanın üstünde, -her daim- yaratıcının varlığını hatırlatan etkin bir güç olmasa ve insan, evrenin kılıcını sıkıca tutarak var olsaydı, belki de, şimdilerde herkesin kendi kendini güçlü saydığı bir yaşam normalleşecek, insanoğlu sonu olmayan bir bencillik çukuruna düşecekti. Tanrı haklıydı: Tek bir doğumla, kaçınılmaz olan ölümü anlatırken de onlarca gece ağlamasının, hakikatli bir huzurla sonlanmasına müsaade ederken de aslında her zaferin zirvede yer almadığını, her daim akılda tutulması gerekenin kusursuz yaşam kavramının tanımını bilmekten geçtiğini anlatmıştı.
Kusursuz yaşam, önce kendimizin sonra çevremizin ve çevremizdekilerin kusurlarını tanımaktan geçerdi.
Bakmayı bilene, doğru yanlış arasındaki sayda çizgi ufuk çizgisi kadar belirgindi ki gerçekten de biriler bunun farkındaydı. Kusursuz bir yaşam, sadece duygu değil vicdan hatta mantık penceresinden baktığımızda da bizi huzursuz eden o büyük küçük toz zerrelerini elimizden geldiği kadar telafi etmekten geçeri. Hem unutulmasın, açlığa hangi söz sanatından bakıldığına bakılmaksızın herkes aç, herkes hem doğruya hem yanlışa oldukça yakındı. Göz kapaklarım açık kalmak konusunda beklediğimden de fazla zorlandı. İlk yutkunuşumdaki ağırlık, kendi gücünü ikinci yutkunuşumun kasvetli havasında kaybetti. Utancımı gizleyemediğim, vicdanımın bir hırçın bir titrek çıkan sesinden nefret ettiren o yanlış yollar, bahsini ettiğim yakınlıkla alakasız bir biçimde benimleydi, benim suçumdu.
Daha kötüsü de vardı.
Kalbim tam ortasında ağırladığı sızıya katlandı.
Bunu yıllarca yaptı çünkü en beteri, her daim benden bağımsız oluşan olayları durdurma çabasına girmeyip, aksine yok saymak gibi rezilce olan davranışlarım, sonunda önüme çıkan kurtuluş yollarını da kendi ellerimle karartmama sebep olmuştu. Bu bir nevi sigaranın ölümcül zararlarının farkında olup yine de kullanmaya devam etmeye benziyordu ve evet, insan son çıkışa girmeden asla gerçekten ağlamıyordu.
Dakikalardır boş bakışlar eşliğinde incelediğim dergiyi, çakır keyfi dediklerinden bir hayli uzak ancak son birkaç gündür üzerime sinen gerginlikten de sıyrılmış bir ruh haliyle, oturduğum koltuktan kalkmadan, hafifçe eğilerek masanın üzerine bıraktığımda düşüncelerim daha da netleşmeye başlamıştı. Çabalamam gerekiyordu. Çabalamam gerekiyordu çünkü birkaç saniye sonra, eski pozisyonumu alırken Bera'nın masasının üzerinde bulunan Bera Baybars yazısına bakmamın normal bir şey olduğunu bilsem de bunu yaptığım sırada anlamsız bir biçimde gözlerimi kaçırdığımı fark ettiğimden huzursuzca kıpırdanmış, sakin kalmaya çalışmıştım. Kalp atışlarımdaki heyecanı derinden hissetmekle beraber son çıkışın, gerçek ağlamanın daha gelmediğini, olan onca yıkıma karşın zifiri karanlığın sadece onun yokluğundan geçtiğini kabulleniyordum. Kısa bir nefes bıraktım. Aslında ben baktığım her yerde onu görmekten dolayı kelimelerimin sırtlanamayacağı kadar huzurlu, kendi düşünceleriyle inatlaşan bir isyandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Roman pour AdolescentsRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...