Çocukluğundan bu yana -sevdiği adamın uzun saça olan hayranlığı üzerine- bin bir türlü bakımla uzattığı saçlarına herhangi bir acıma dürtüsüne aldırış etmeden kıyarak, bir anlık bir kararla kestirebilen en cesur kadının dahi savunmasız kaldığı cephelerden biri de kuşkusuz, daha nakarat kısmına bile giriş yapmadan ruhu kanatmayı başarabilen şarkılardı. O kan yetiştirilemeyen ruhun son çırpınışlarında hakikatli bir dua misali şifa olabilecek efsunlu notalar, literatürde kulağa hitap etmek amacıyla kusursuz bir düzenle sıralanmışken aslında işlemiş olduğu hemen hemen her duyguyu kendi isteğiyle bir başka yöne çekmeye yetecek güce sahipti.Müzik, ruhun kilitli kutularında saklanan o kırmızı reçeteli ilaçtı.
Önemli olan seçimler de değildi. İlk dinlemede, kalbe saplı olan çakıyı baskı uygulayarak biraz daha ilerleten her duygusal parça, bir süre sonra ölümün eşiğine uzanmış olan kadının, sevdiği adama son sarılışında hissettirdiği kadar şefkatli bir biçimde sarmalayabilirdi.
Hayatımı kurtaran adamın ilk günden bu yana hayranı olduğum omzunda uyuyakalmadan çok kısa bir süre önce duyduğum, kelimelerinin sıralanışını hayal meyal hatırladığım cümlelerin kalbimdeki fısıltıları, hareketliliğini tenimdeki sıcaklıktan hissettiğim kanın vücuduma her pompalanmasıyla mutfağın içerisinde yankılanırken şimdi, uyandığım yatağın boşta kalan tarafını doldurmuştu. Gittikçe alçalan ses tonu, bilinçaltımda yastığa işlemiş olan nane kokusundan daha baskın bir yere sahipti.
Yatak, onun pürüzsüzlükle ödüllendirilmiş teni gibi kokuyordu.
Kalın yorgan dondurucu soğuk nedeniyle minnet duyulacak bir biçimde omuzlarımın üstüne kadar çekiliydi. Parmaklarımda hissettiğim acıyla sıkıca kavradığım yastığın bir ucunu bırakırken nasıl bu kadar düzenli uyumuş olabildiğime de anlam vermeye çalışıyordum ki tam o esnada uyumuş olduğum yatağın benim yatağım olmadığını fark etmiştim: Yastık, benim kullandığım yastıktan bir kat daha sert gelmişti. Beni, omzunda uyuyakalmış olmamın üzerine kendi odasında misafir etmeyi sorun haline getirmemiş olmalıydı.
Öyle çok fazla uyumadığımı anlayabiliyordum. Başımda alnımın orta kısmını tırmalayan bir ağrı vardı ve bu ağrı, her zaman olduğu gibi birkaç saatlik yetersiz gelen bir uykunun ardından baş göstermişti. Gözlerimi açmak isteyip istemediğimi bilemedim. Parmaklarımı kaşlarımın üzerinde yer edinen yaranın üzerinde gezdirirken gökyüzünün henüz aydınlanmadığından ve onun odada, yanımda olmadığından emindim.
Oturur bir pozisyon aldığımda yorganın üzerimden düşmemesi için çabalıyordum. Yatağın içerisindeki sıcaklığı kaybetmek istemeyerek bir süre, -inat edercesine- susama hissinin kendi kendine geçmesini beklerken dudaklarımdaki kuruluğa boğazımdan aşağıya doğru yayılan sızlama hissi de eklenmişti. Odada su bulunup bulunmadığını kontrol ettim. Yorganı üzerimden atmadan önce yavaş yavaş hareket ederek ayaklarımı yataktan aşağıya doğru sarkıttım. Soğuk hislerle kaplıyken -artık o nasıl olabiliyorsa- soğuğun bedenime yayılmasına dayanamıyordum.
Ayağımda çorap olmamasından ve bir bardak su için çıplak ayaklarla mutfağa kadar yürüme fikrinden nefret etmiştim.
Ayaklarımın zeminle ilk temasında, soğuk beklediğimin aksine, alıştıra alıştıra varlığını hissettirmişti. Gökyüzü karanlıktı. Ağaçların dallarını büyük bir şiddetle birbirine çarptıran sert rüzgar camdan içeriye girmek istiyor gibiydi. Bir an, olanların, o kadar da kötü olmadığını, kendimi abarttığım gerçeklere ikna etmeye çalıştığımı düşünmeye başlamıştım.
Hayır.
Hayır. Asıl şimdi kendimi kandırıyordum. Bunu yapıyordum çünkü burada ne bedensel ne de ruhsal olarak hiç hissetmediğim kadar güvende hissediyordum. Eğer şuan başka bir yerde olmuş olsaydım zeminde hissettiğim o soğuğu abartmış olacağıma gelecekteki çocuklarımın tüm hayatını şahit tutabilirdim. Odadan olabilecek en sakin tavırlarla çıkıp koridorun sol tarafını takip ederek üst kata yöneldim. Buraya geldiğimden beridir geçen süre içerisinde ikinci kez -birincisini hatırlamıyordum bile- kullandığım merdiveni ellerimi duvara yaslayarak çıkarken gördüğümün gerçek olmamasını, ruhumdaki küçük kız çocuğunun zihnime sızıp bana küçük oyunlar oynamış olmasını diledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE (MAİN)
Teen FictionRuhumun kızıllığında sonsuz bir acıyı doyuran asi pişmanlığın çığlıkları adımlarımı hızlandırıyor. O çığlığa dolanarak azar azar yağmaya başlayan yağmur, bedenimdeki soğuğu kalbimin etrafında topluyor. Kimsenin sesi duyulmuyor. Kumsala, gül yaprakl...