Sabahın erken saatleri kral Aaric yatağının kenarına oturmuş düşünüyordu. Kızını, biriciğini. O şeytan ile kızını evlendirmek iyi bir fikir miydi? Tabi ki hayır. Sadece bir delilikti. Ama onu başka türlü nasıl kurtarabilirdi ki? Düğün günü kızı ile konuşup bir şeyler yapmaya çalışacaktı ama o şeytan belki de kızını hipnoz etmişti. Bunu bilemezdi.
Yüzünü elleri arasına alıp derin derin nefes alıp verdi. Ardından pelerinini aldı ve omuzlarındaki pelerin için yapılmış çıt-çıt yerine takmıştı. Masa da duran tacını alıp başına yerleştirdi. Son kez aynadan kendine baktı. Çökmüştü. 509 asırlık hayatı boyunca ilk kez bu kadar çok kötü gözüküyordu.
Odadan çıktığı anda hemen yanına koşan iki askerle birlikte taht odasına yürüdü. Sinirliydi, mutsuzdu, ağlamak istiyordu, dağılmak istiyordu. Ama en çokta kızına sarılıp kokusunu içine çekmek istiyordu. Tarçın kokulu kızı. Hafif portakal ve tarçın. Birazda vanilya. Karışımı bir huzurdu. Annesi gibi kokuyordu çünkü Belinda. Annesine benziyordu. Annesi gibi gülüyor ve ağlıyordu. Annesi gibi utangaç ama cesur. Annesi gibi.
Kral ne zaman eşinin özlemi ona çok ağır gelmeye başlasa kızına sarılır kokusunu içine çekerdi. Ölüm. Acı bir son. Seni gömmek için kanlı bir çarşafa sararlar. Seni çam ağcından bir tabuta koyarlar. Ve seni toprak ve taşlarla örterler.* Geride kalanlara ne olur. Belki üzülürler. Belki sadece seni unutmak için çalışırlar. Resimlerini çöpe atarlar. Anılarını zihinlerinin derinliklerine gömerler. Kimisi güçlüdür. Ölene üzülmez. Kimisi ise birini kaybetmekte pekte güçlü değildir. İşte o zaman büyük bir çöküş yaşar. Ölen birinin arkasından ağlamayan insanlar üzülürler ama bu konu da diğerlerinden daha güçlü oldukları için ağlayamazlar.
Aslında duyguyu dizginleme gücü kişiden kişiye değişir derler. Kimisi güvene önem verir, kimisi sevgiye. Güvenden mi sevgi doğar yoksa sevgiden mi güven doğar? Herkesin ki farklıdır. Agric her zaman güvenden sevgi doğar diye düşünmüştü. Güvenmediği birini nasıl sevebilir ki kişi? Agric çok güvendi sevdiği kadına. Beli de bu yüzdendi onun sonsuz sevgisi. Güzel kadın değil de güzel kalpli kadın sevdi diye böyle oldu belki de.
Melez bir çocuğa sahiptiler. Hem de fazlası ile melez bir çocuğa. Bir çok önemli geni ve kanı taşıyordu bedeninde. Bu da büyük bir güç demekti. Gücünün farkına varmadıkça onu ortaya çıkaramazdı. Bu sayede de bir kıyamet yaşanmasına gerek kalmazdı.
Aaric Dante'yi yanına çağırtmış ve ardından tahtına oturmuştu. Hediyeleri hazırlatmalıydı. Sonuçta Belinda hem suyun hem de meleklerin kraliçesi olacaktı. Şimdi de şeytan kraliçenin eşi olacaktı. Mühürlendiğinizde eşinizin gücü size geçerdi. Ama bazen sadece hafif olanın ki en güçlüye geçer bazense tam tersi olup en güçlünün tüm gücü hafif olana geçerdi. Ama genel olarak ortak olurdu.
Belinda ve Alarice ikilisinde nasıl olmuştu acaba? Bunu merak ediyordu kral. Acaba kızının gücü o şeytana geçmiş midir? Yada en güçlü olarak o şeytandan gücünü almış mıdır?
(Şuraya hemen bir açıklama notu bırakıyorum. Eğer Belinda, Alerice'n gücünü almışsa o da ateş ve şeytani özelliklere sahip olur. Ama hepsini değil. Yani tamamını Alarice'n elinden alamaz. Sadece o da o güce sahip olmuş olur. Yada Alarice, Belinda'nın güçlerini almışsa hepsini değildir. Umarım anlatabilmişimdir. Ama yine bir soru oluşursa aklınızda sorun lütfen~)
***
Dante kralın yanına gelince saygı ile eğilmişti. Ardından doğrulup krala baktı. O da farkındaydı kralın çöktüğünün. Zaten fark etmemek büyük bir aptallık olurdu.
"Efendim beni arz etmişsiniz. Buyurunuz. Emrinizdeyim."
"Hediyeler ile bizzat sen ilgilen. Ayrıca Adem ile konuştuk. Ve şu düğün tarihi ile ilgili bir değişiklik yapmak istiyoruz. Bir mektup yazdım. Bunu karşı tarafın sınırına sen götüreceksin. Askerler önden haber saldılar. Dikkatli ol asker. Sen bize lazımsın."
"Nasıl isterseniz efendim."
Kralın elinde tuttuğu mektubu almış ve selam verip odadan çıkmıştı. Belki de özür dileme işini erkene alabilirdi. Atına bindi. Dört nala koşan atın sırtında saçları rüzgar ile uçuşmuş ve dağılmıştı. Sınıra yaklaştığında at üstünde duran bir iblis gördü. Fakat o Coley değildi. Başka birini göndermişlerdi.
Atından indi. Sınıra yaklaşıp iblise soru yöneltti.
"Coley nerede? O neden gelmedi?"
"O hasta. Düğün gününe kadar iyileşmesi için kraliçe onu yatağından çıkartmıyor. Sonuçta sağ kolu. Ayrıca sana ne bundan melek? Bizim Coley'den mi hoşlanıyorsun yoksa? Ov şirin şey seni. Onu isteyen tek sen değilsin bil diye diyorum. Şimdi defol çöplüğüne."
"Ondan hoşlanmak mı? Neden düşmanımı seveyim ki? Oradan bakınca aptala mı benziyorum sence? Ayrıca sen kim oluyorsun?"
İblis alayla gülümsedi ve elini uzatıp kim olduğunu söyledi.
"Ben Adolfo. Coley'n sözlüsü oluyorum. Memnun oldum."
________________________
*Rusty cage- the hearse song adlı şarkıdan bir alıntı. Şarkı mükemmel bence dinlemelisiniz. 👌🏻
Hayırdır inşallah aynı günde iki bölüm birden.😳
Bunun şerefine bence bolca yorum yapılmalııı. 😺
Bu arada her okuduğunda oy veren okuyucularıma teşekkür ederim.😽
Lütfen oy verip yorum yapmayı unutmayın canlar.🐥
Yorumlarınızı bekliyorum.✨
↘️⬇️↙️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
[ Le Paradis En Enfer ]
Ficção Geral"Her şey birbirine zıt iken biz birbirimize bağlıyız." "Ama biz birbirimizi öldürürüz." "Önemli değil. Aşkta ölüm çokta önemli değil." (Kisa bolumler) gxg