Güzelim.
Aylar önceki o gece, bana tam üç kez söylediği bu kelime, o gece, kalbimin atışını o kadar hızlandırmıştı ki, kalbim içime sığmayacak sanmıştım. Fakat şimdi, yine onun dudaklarından çıkan bu kelime, ruhunu yitirmişti ya da ruhu yitirilmiş birisine söylenmişti.
O denli hissizdim.
Belki de bunun için kendimi zorluyordum, hissiz olmak için; şimdi, onun benim karşımda yenildiği gibi, ona yenilmemek için.
Yeterince kaybetmişken, yeniden kaybetmemek için.
Fazlasıyla incinmişken, yeniden incinmemek için.
Ve bir kez inanmışken, yeniden inanmamak için.
Zihnimde sıralanan nedenler o kadar fazlaydı ki, bir süre sonra onları bu kalabalığın içinden tek tek seçmeyi bıraktım çünkü bu kalabalık bile başlı başına yeterli bir nedendi.
Titrek bir nefes verdiğini duyduğumda, tüm dikkatim dağıldı ve yeniden ona odaklandım. Boştaki diğer eli de kapının diğer tarafından güç almaya başladığında, "Başaramadım..." diye tekrar etti.
Sürekli bunu söyleyecek sandım o an. Başaramamak, ona o kadar kötü hissettirmiş olmalıydı ki, odaklandığı tek şey buydu.
Belki de gururu incindiği için benden daha da nefret ediyordu, karşımda yenildiği için.
Kaşlarım çatılırken, sessiz bir isyanla, "Sarhoşsun..." dedim tıpkı benim gibi onun da bunun farkına varabilmesi için, burada olmasından kaynaklanan şaşkınlık dolu ifademle. Sarhoş olması umurumda değildi fakat bu hâliyle buraya gelmişti.
Çoğu zaman, aramızda, karşı tarafa zarar veren tek kişinin kendim olduğunu düşünmüştüm çünkü Can bunu bana birçok kez sözleriyle ya da davranışlarıyla fazlasıyla hissettirmişti fakat sanki artık zarar verecek olan taraf oymuş gibiydi.
Yeterince zarar vermemiş gibi...
Öfke, hissizliğime karışan tek doz olurken, bana doğru eğilip nefesini toparlamaya çalıştı. Sık nefesleri boynuma değerken, iki adım geri gitmek istedim fakat neden bilmiyorum, ondan kaçma fikrini hiç sevmemiştim.
Başını hafifçe yüzüme doğru kaldırdığında, odağını bir türlü yakalayamayan bakışları, tuhaf bir ifadeyle gözlerimde gezinmeye başladı. Yüzünde, anlamını çözemediğim bir tebessüm oluşurken, "Çok içtim," dedi kabullenir gibi. Bakışları, bir anlığına dudaklarıma değdiğinde, küçülen Âdem elması dikkatimi çekmişti. "İçince kurtulacağım sandım ama her yanım uyuşunca, adımlarım beni cehenneme getirdi." Yüzündeki tebessümün genişlemesiyle gözleri kısıldığında, "Benim cehennemime," dedi, sahip olduğu şey cehennem değil de cennetmiş gibi. Sonra, zorlukla da olsa, tek nefeste ekledi. "Senin yanına, buraya."
Her bir kelimesi, içimdeki duyguları farklı bir taraftan yıkarken, yerinde kalan hiçbir şey kalmamıştı.
Sözleri, deprem etkisi yaratırken benliğimde, az önce zihnimde sıralanan nedenler, şimdi okyanusun tüm sularını taşırdı ve depremle sarsılan şehir, okyanusun azgın sularıyla kaplandı.
O şehirde yaşayan iki kişi kalmıştı.
Şimdi, şehrin tüm karanlığına ve ıssızlığına rağmen burada olan adam ve ben.
Biz.
Hiç olmayan ama aynı zamanda bir hiç olan biz.
Ellerim titremeye başlarken, ne yapmam gerektiğini dahi bilmiyordum. Aklımda ise tek bir soru vardı.
Tüm felaketlere rağmen hayatta kalmayı başaran ruhumu daha da yaralamak için yemini olduğuna yemin edebileceğim adam, neden buradaydı?
Gitmişti; giderken, bir daha karşıma asla çıkmayacağına dair söz vermişti ve şimdi, yeniden gelmişti.
![](https://img.wattpad.com/cover/259283836-288-k388635.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
RomantizmDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...