Birisi, sizin kalbinizi defalarca kez, hiç acımadan hiçe saymışsa, onu affetmek, zifiri bir gecedeki tüm yıldızları saymaya uğraşmak gibidir. Gözünüzün önünden kayıp giden her bir yıldızda, o birisini biraz daha yaralamak istersiniz.
Ta ki, son yıldız sönünceye dek.
Fakat o zifiri gecedeki tüm yıldızların sönmesine bir ömür yetmez. Ömürler birleşir, insanlar ayrılır ama yine de o yıldızlar tükenmez.
Eğer bir gün, o yıldızları saymaktansa, size huzuru getiren bir adamla birlikte, geceler boyunca o yıldızları öylece seyretmeyi tercih ederseniz, affetmekten başka hiçbir çıkar yolunuz yoktur ve buna, çıkmaz denir.
Ben, o yıldızları saymaktan çok, bana huzuru getiren o adamı yaralamaktan yoruldum.
Belki bu yüzden, dile getirmeyi gururuma yediremesem de, hissetsin istedim; onu ne denli özlediğimi, aslında ondan hiçbir farkımın olmadığını ve ona çoktan yenildiğimi...
Onu, sözlerimle yaraladım ama dudaklarımla iyileştirdim; tüm kalbimle, iyileşmesini diledim.
Bir gün, birisi sizi çok yakarsa, onu yakarak içinizi soğutmaya çalışmayın; bu, intikamdır. İntikamsa affetmeyi gerektirir.
Eğer onu yakmasaydım, onu affetmeyi istemezdim. Belki de onu, onu affetmeyi deli gibi istediğim için bu denli yaktım, yaraladım. Aksi hâlde, onu yakıp yaralamak bu denli kolay olmazdı.
Kıyamazdım.
Ama artık yıldızları saymak yok.
Yakmak da, yaralamak da, yıkmak da, kıymak da yok.
Artık yalnızca biz varız, olduğu kadarıyla, yalnızca biz. Bir gün, zaman, bizi yeniden ve yeniden farklı kıyılara savuracak olsa bile, bugün, birlikteyiz. Dudaklarımız, birbirini özlemle severken, kabullensek de, kabullenmesek de birbirimize aidiz.
Dudakları, dudaklarımı aşkla sevince anladım, onunla daha fazla savaşamayacağım.
Zaten gidecek, hiçbir şey kaybetmeyeceğim.
Keşke demeyeceğim.
Yanaklarında öylece duraksamış olan ellerimi nihayet kontrol edebilmeyi başardığımda, isteksizce de olsa, dudaklarımızı ayırdım ve sık nefeslerimiz birbirine karışırken, uzunca bir süre, gizlemeye gerek görmediğim özlem dolu bakışlarımla, erkeksi çehresini arşınladım.
Kızıl sarmaşıklara esir olmuş gözlerine ve yüz hatlarının, keskinliğini nispeten yitirmesine rağmen, bu çehrenin içimi hâlâ daha nasıl titretebildiğini bir türlü çözemezken, kaşlarımın çatıldığının farkında dahi değildim.
Can Kozalı, yakışıklı bir adamdı ve benim ona karşı koyamamamın sebebi yalnızca buydu.
Öyle sanıyordum, değilmiş.
Gözleri, bakışlarımdaki ifadeyi anlamlandıramamış gibi kısıldığında, sıkıntılı bir ifadeyle, aralanmış dudaklarına doğru, "Yalnızca bir gün," diye fısıldadım. "Yalnızca bir gün bile dayanamadık."
Bir gün bile birbirimizden uzak duramadık.
Birbirimize uzak olmamız gerektiğini söyleyen benken, onu öpen de bendim. Normal şartlarda, hemen bugün, öylece İstanbul'a dönecek olan oyken, beni hem duygusal, hem de fiziksel olarak tahrik eden de oydu.
İkimiz de birbirimizden tutarsızdık.
Sahi, biz neden birbirimizden uzak duramıyorduk?
Uzak dursak bile, soluğu yine ve yine, bir şekilde birbirimizin kollarında alıyorduk; şimdi olduğu gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
RomanceDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...