56. KADERSİZ KELİMELER

2.3K 103 4
                                    

İntihar. Ölüm. Karanlık. Yalnızlık. Sessizlik. Acı. Son.

Zihnimde ardı sıra tekrarlanan kadersiz kelimeler, asla bir bütünlüğe kavuşamadığı gibi, saniye saniye tüm ruhumu bir canavarın hissizliğiyle sömürüp tüketirken, gözlerimden, zaten bir başkasının kan yaşlarıyla sırılsıklam olmuş olan yanaklarıma süzülen acı damlaları, içimde esen şiddetli fırtınaların ardından tüm şehri kuşatacak olan sel suları gibi acımasız ve hoyrattı.

Göz kapaklarım sertçe birbirinin üzerine örtüldüğünde, canımın acısının kaynağını bilmiyordum. Ardı sıra yaş damlaları süzülen gözlerim acıyordu belki, kalbimin tam üzerindeki hançer bir adım ileri gitmiş olabilirdi; geçmişin vahşeti bugün bir kaos yaratmıştı sanki.

Can kattığım adamın acıyla kuşanmış, fısıltıdan farksız olan haykırışlarıydı sebebi belli ki.

Düşünmek istemedim ama uğursuz kelimeler, bir plağın içine hapsolmuş, ardından zihnimin içindeki haznesine büyük bir acımasızlıkla yerleştirilmiş gibiydi. Plak dönmeye başladı, usul usul doldurdu tınısı zihnimin içini. Her bir kelime, bir başka bıçak darbesi demekti ama ben yaralara ve onların bende bıraktığı ince sızılara alışıktım.

Acının feryatlarını dinledim.

İntihar.

Kangren olmuş bir ruhun çıkış yoluydu. Bir yanılgıydı. Köksüz bir ağacın zayıf bir dalına tüm gücüyle tutunmaya devam eden fakat nihayetinde tüm gücü tükenen zayıf kimselerin kolay olanı seçerek kendini boşluğa bırakmasından farksızdı. Ağacın topraktan ayrılması ya da dalın ağaçtan kopması değildi, tutunmaktan vazgeçmekti.

Tutunamayanların çaresiz çaresiydi.

Ben, güçlü olduğumu sanırdım.

Aylar önce, şimdi sevgiyle kuşanmış avuçlarımın arasındaki o ilaçlarla hesaplaşırken anladım; tek tanesi yaşamı, dozu kaçanı ölümü getiren o ilaçları dudaklarımın ardına hapsettiğimde, yere çöktüğümde, diz kapaklarım acıyla örtüldüğünde, kalbim tökezlediğinde ve ölümün soğukluğunu her bir zerremde tüm gerçekliğiyle hissettiğimde anladım.

Değilmişim.

Ben, ölümü kabullenecek kadar güçlü değilmişim.

Yüzümü tüm güçsüzlüğüyle sarıp sarmalamış avuçları, sıcacık gözyaşlarımla sırılsıklam olurken, kıpkırmızı olduğundan neredeyse emin olduğum gözlerimin yanacağını bile bile göz kapaklarımı aralayıp, başımı yavaşça iki yana salladım. Gözleri gözlerimdeyken, bu bir ret değil, açık bir kabullenişti. Sus, demekti. Bir kere de sorma, sorgulama. Canın yanar. Senin canın yanarsa, benim Can'ım daha çok yanar.

Güzel çehresini avuçlayan ellerim, bir an güçsüzleşip bir idam mahkûmununkiler gibi bedenimin yanına düşecek sandım fakat gözleri gözlerime bu denli yoğun, yakıcılığı yıkıcı olan büyük bir acıyla bakarken, ona daha sıkı tutundum. Tek dayanağım oymuş; tutarsız gücümün kaynağı onun varlığıymış, o olmazsa olmazmış gibi...

Oysa olurdu, olmuştu.

Ben karanlık mahzenlerde hapisken, o yoktu.

Onsuz olmuştu; sadece, zor olmuştu.

Çünkü, şimdi, biz birbirimize düğüm olmuşken üzerimizi örten karanlık gibi değildi bazı yalnızlıklar. İki kişilik yalnızlıkla tek kişilik yalnızlığın arasındaki uçurum da bu noktada derinleşiyordu. Tek kişilik yalnızlıklar, sahici ve karanlıkken; iki kişilik yalnızlık bir olabilmeyi gerektirirdi ve bu, karanlık bir gökyüzünde yıldızların açması demekti. Huzuru getirirdi.

KOZ VE KÖZ +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin