Gözleri ısrarla gözlerimde gezinen ve benden bir cevap bekleyen adama şaşkınlıkla bakarken, o adamın, gitmemi ne denli çok istediğini ve benden ne kadar çok nefret ettiğini hatırladım.
Hatırlamak, ilk kez bu kadar can yakıcı olurken, gerçekleri hatırlayabilmenin ne denli önemli olduğunu bildiğim için acımı umursamadım.
Geçmişte kalan gitmeler, bizim geçmişimizde kalmıştı ve artık gitmeler bugüne aitti.
Gidecektim.
Kaşlarım bilincim dışında çatılırken, ani bir farkındalıkla, Can'ın benden neden böyle bir şey istediğini düşündüm. Varlığına katlanamadığı bir kadının gitmesini istememesinde, mantıklı hiçbir neden göremiyordum ve bu bile, ona öfkelenmem için yeterliydi çünkü o, beni itham ettiği şeyleri tam olarak kendisi yapıyordu.
Canımı yakmak istiyordu ve bunun için de her yolu mübah sayıyordu.
Ellerim yumruk olduğunda, tenime geçen tırnaklarım, hatırlamaktan daha acı verici değildi. Bilakis, hatırlamanın bana yaşattığı acı hissini yaşamaktansa, bedenimdeki onlarca yaranın varlığını tercih ederdim.
Yatakta iyice doğrulup ona ciddiyetle baktığımda, yer değiştirmiş gibiydik. Birkaç gün ve hatta belki saatler öncesine kadar, öfke ve nefretle bakan taraf oyken, şimdi o bakışlara ben sahiptim.
Ona olan öfkem, bakışlarıma da yansımış, bakışlarıma karanlık çökmüştü.
Benden nefret edebilirdi fakat benimle oynamasına asla izin vermezdim.
Üzerindeki bakışlarımı gözlerinin tam içine incelercesine sabitlediğimde, dudaklarımın arasından çıkan gülüş, içinde en çok da alayı barındırıyordu fakat içindeki asıl anlam, acıydı.
Benimle hâlâ oynamaya devam etmesi, beklediğim bir şey değildi fakat bunun da üstesinden gelecektim. Artık yenilmek yoktu. Ona yenilmeyecektim.
Eğer bu bir savaşsa, savaşmaya da hazırdım.
Sakin olmak için yumruklarımı sıkarak farkında olmadan kendime zarar verirken, "Gitme, öyle mi?" diye sordum inanamaz bir ifade ve sesle. Bu kez dayanamadım, sesim yükseldi. "Gitmeyeyim, öyle mi?" Gözleri bir anlığına yumruk olan ellerime değdi ve o an, bakışlarının odağını kaybettim. Yumruk olan ellerimi bilinçsizce daha da sıktığımda, "Senin amacın ne?" diye sordum öfke sinen sesimle.
Bana verecek hiçbir mantıklı cevabının olmadığını biliyordum, yine de ondan bir cevap bekledim.
Oysa, sanki ona hiçbir soru sormamışım gibi, ellerimdeki bakışlarını yavaşça yüzüme tırmandırdı. Ben, bunu sorumdan kaçmak için yaptığını düşünürken, hafifçe bana doğru eğildi ve yumruk olan her iki elimi de avuçlarının arasına hapsetti.
Sıcaklığını hissetmek aklımı bulandırabilirdi, iradem buna açıktı ama izin vermedim.
Parmakları, yatıştırıcı bir yavaşlıkla parmaklarımı aralamamı sağladığında, bakışlarımız bakışlarımızdaydı. Öylece, ânın içine kilitlenmiş gibiydik. Birbirimize düğüm olmuş gibi. Düğüm değil, kördüğüm. Onunla tuhaf bir ânın içinde öylece savrulmaya devam ederken, ben daha durumu sorgulayamadan, kendine gelmiş gibi parmaklarımı serbest bırakıp geri çekildi.
Kördüğüm çözüldü, düğüm koptu.
Parmaklarımı saran avuçları yokluğa karıştığında, boşluğa düşmüşüm hissi her yanımı kuşatsa da, bu fikri yalnızca zihnimden değil, benliğimden de tümüyle silmeyi tercih ettim.
Onun varlığı, küçük bir meltem bile estirememeliydi benliğimde. Varlığı, yoklukla eş değer olabilseydi, bunu başarabilirdim.
Fakat varlığı, yokluktan çok uzaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
RomanceDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...