Kulaklarımı sağır eden, kalbimin atışlarını değiştiren ve nihayetinde âdeta nefesimi kesen iki el silah sesinin faili, metrelerce aşağıdaki sokağın köşesinden hızla sıyrılıp uzaklaşırken, dudaklarımın arasından çıkan çığlık, boğazımda keskin bir acıya neden olmuştu.
Dehşet, içinde bulunduğum anda en yıkıcı hâliyle beni, bizi darmadağın ederken, korku dolu bakışlarımı Can'ın üzerinde gezdirmeye başlamıştım ki, benim aksime, tehlikenin geçtiğinin henüz farkında olmadığı için, çoktan bana siper ettiği kollarını ani bir hamleyle bana sarıp beni kucakladı ve yerdeki kırık cam parçalarını umursamadan, hızlıca attığı birkaç adımda, her ikimizi de evin içine taşıdı.
Ayağına batan cam parçaları, ondan çok benim canımı yaktı sanki. Öyle ki, onun dudaklarından çıkan küçük nefese, benim büyük feryadım eşlik etmişti.
Canım yandığı için değil, canı yandığı için.
Kollarının arasında küçücük kaldığımı hissederken, ikinci kurşunun hedefindeki, içinde bulunduğumuz binanın bitişiğinde bulunan kafenin büyük camından çıkan ses kulaklarımda çınlıyordu.
İki kurşun sıkılmıştı; biri evimin balkonundaki cama, biri de sokağın kenarındaki kafenin camına.
Bize değil. Bize ama bize değil.
Bize.
İçimde, hissettiğim tonlarca duygunun ağırlığıyla, büyük bir çığlık atma isteği doğduğunda, avucumun altındaki kalbinin atışları hızlıydı, çok hızlıydı. O iki kurşundan herhangi birinin beceremediğini becerebilecek kadar hızlı.
Boynuna gömülü başımı kaldırıp, korku dolu gözlerle, gözlerinin en içine baktığımda, nefes nefese, "Can?" diye seslendim. Avuçlarım yüzünü bulup korkuyla tenini sardı. "İyi misin?" Sesimi bulamadığımı fark ettiğimde, sessizliği öldürmek ister gibi, bu kez daha yüksek bir sesle tekrar ettim. Endişe, can verdiğim her bir kelimenin harflerine en acı verici hâliyle sinmişti. "İyi misin, Can?!"
Muhtemelen hissettiği acıdan dolayı kırmızıya çalan çehresini dikkatle incelerken, şakaklarında atan damarların baskısını parmak uçlarımda hissediyordum.
İyi değildi.
Başımı saniyelik bir zaman diliminde geri çevirdiğimde, bakışlarım, ayaklarındaki kanın usulca sızdığı parkeye değdi. Yeniden ona döndüğümde, derin soluklar alıp veriyordu. Kupkuru olmuş dudaklarını ıslatıp, yarı aralık gözlerini zorlukla da olsa tamamen gözlerimin önüne serdiğinde, aklıma gelen şeyle hemen ayağa kalkmayı istedim fakat kolumu tutup buna izin vermedi.
Ona sorarcasına bakmaya başladığımda, sert bir nefes verip, çatallı çıkan sesiyle, "İyi misin?" diye sordu. Bakışları, tararcasına, bedenimin her yerinde geziniyordu. "Bir şeyin yok, değil mi?" Benim aksime, olaya tamamen hazırlıksız yakalandığı ve hiçbir şeyin farkında olmadığı için, şok ânını daha geç atlatmıştı ama şimdi, gözlerimin içine bakan gözleri canlıydı ve kendisi, olası bir tehlike için her an tetikteydi. "İyisin, değil mi, Beril?"
Başımı hızla salladığımda, "İlaç," dedim. "İlaçlarını getireyim mi?" Sesim o kadar yıkılmışım gibiydi ki, ne kadar uğraşırsam uğraşayım, ayağa kalkıp dimdik duramayacaktım sanki. Bilinçsiz bir hareketle yüzünü okşarken, "Kalbin..." diyerek, her şeye rağmen, umurumda olan tek şeyin bu olduğunu açık ettim.
Verdiği sıcak nefesler alnıma çarparken, saniyelerin saatler gibi hissettirdiği kadar bir süredir oturduğumuz zeminde, beni serbest bırakıp geri kaydı ve yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
RomantizmDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...