Ellerim titremeye başladığında, onun tepkisi beni gerçekten de korkutuyordu fakat tüm bunlar benim suçum değildi, dolayısıyla vereceği herhangi ağır bir tepki beni etkilememeliydi.
Arkamdaki arabaya sertçe yumruk attığında, "O herifi yaşatmayacağım," dedi, tehlikeli bir ses tonuyla. Beni serbest bırakıp arkasını döndüğünde düşeceğimi sandım fakat dengemi son anda sağlayıp ayakta kalabilmeyi başardım. Yeniden bana döndüğünde, "Sana sözüm olsun, o adamı yaşatmayacağım." diye daha öfkeli bir şekilde tekrar etti.
Yüzümde, onaylamaz bir ifade belirirken, yavaşça ona yaklaşıp, "Hayır," dedim hemen. "Ona hiçbir şey yapmayacaksın, Can. O adam kanun önünde her şeyin bedelini ödeyecek. Sen ona hiçbir bedel ödetmeyeceksin."
Gözleri beni bulduğunda, oradaki öfke şimdi daha kuvvetliydi. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi hızla kapatıp önümde durduğunda, "Sen kimsin?!" diye bağırdı. "Tüm bunlara sen mi karar vereceksin?"
Öfke, her bir zerremi ele geçirdiğinde, bana başkaldırmasına asla tahammülümün olmadığını anladım ve hemen sonra onu sertçe ittim. "Evet!" diye âdeta bağırırken, karşımda hiçbir şey duramazdı ve o da bakışlarımdaki muhtemel kararlılık ifadesinden bunun en net hâliyle farkına vardı. Onu yeniden itip, en ufak bir tavize açık bırakmayarak yine bağırdım. "Evet, ben karar vereceğim! Şimdiye kadar her şeyi nasıl bugüne değin güzel bir şekilde getirdiysem, bundan sonrasında da bunu yapacağım, kurduğum düzeni ise bir başkasının bozmasına asla göz yummayacağım."
Bir an, bir şeylerin idrakine varmış gibi duraksadı ve kendine geldikten hemen sonra, bana pişmanlık diye adlandırabileceğim bir ifadeyle baktı.
Can Kozalı, bana ilk kez böyle bakıyordu.
Ondan alacak bir intikamım yoktu, bunu hiçbir zaman arzulamamıştım fakat hayat, elime öyle bir şey tutuşturmuştu ki, istemediğim hâlde ondan intikam alıyor gibiydim. Bunu bana hissettiren şey, gözlerindeki o bakışlardı.
O, hiç kimseye böyle bakmazdı.
Gözlerimin önünde acı çektiğini görebiliyordum ve dahası, o acının izlerini dahi silebilmek için bana muhtaçtı.
İçimin saçma bir duyguyla sıkıldığını hissederken, bir şeyler söylemesini bekledim fakat dudakları aralanmadı bile. Kendisiyle savaşıyor gibiydi.
Nihayet gözlerini kırpıştırıp bana baktığında, "O iyi mi?" diye sordu şefkat ve özlemle. Şimdi nispeten sakindi. Sesindeki dinginlik, zamanın azgın sularına âdeta bir başkaldırıyken, irislerinin içindeki derin çukurlar genişleyerek tüm kahvelerini yutmuştu. "Bilge," dedi, adı dudaklarına sığamıyormuş gibi. "Bilge iyi mi?"
Başımı sallamakla yetinip ben de onun gözlerinin içine baktım. "Onunla ilk karşılaştığımdan çok daha iyi oldu, daha da iyi olacak. O güçlü bir kız."
Bakışlarını üzerimden çekip arabasına baktığında, "Peki sen?" diye sordu. Sesindeki o tuhaf tınıyı hissettim. Özlem yoktu ama şefkat vardı.
Bir de... Bana iyi olup olmadığımı soracak değildi, değil mi? Çünkü ben bunu zerre umursamadığından emin olmam bir yana, aramızda Bilge dışında herhangi bir konunun geçmesini hiçbir şekilde istemiyordum.
Kaşlarım bilincim dışında çatılırken, "Ben ne?" diye sordum.
Çok yanlış bir şey söylemiş gibi elleri yumruk olduğunda, "Sen nerede kalıyorsun?" diye sordu. Ona olan bakışlarımdaki ifade, beni tatmin edemediğini anlamış olmasına neden olmalı ki, "Burada bir evin var mı?" diye ekledi.
Kısılı gözlerimin altından onun gergin çehresini izlerken, "Önemi yok," dedim. Pantolonumun arka cebinden çıkardığım kâğıdı ona uzattığımda, "Bir hafta sonra bu adrese gel," dedim. "Bu kâğıtta telefon numaram da yazılı. Bir hafta sonra Hasan Acar yargılanmış olacak. O zamana kadar Bilge güvende olmalı, sen de."
![](https://img.wattpad.com/cover/259283836-288-k388635.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
RomanceDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...