Bakışlarında, kurtulmuşluğun getirebileceği en büyük mutluluğu gördüğüm güzel kıza doğru ilerleyen adımlarım, her an biraz daha hızlanırken, yüzümde beliren tebessümle tam dibinde durdum ve kollarımı sıkıca ona sardım.
O da kollarını bana sardığında, "Tebrik ederim," dedim fazlasıyla mutlu çıkan sesimle. "Kurtuldun, Bilge!" Zafer, can verdiğim her bir harfe gönüllülükle eşlik etmişti.
Dudaklarının arasından çıkan duygulu gülüş, bulunduğumuz koridorda küçük bir yankı yaparken, "Çok teşekkür ederim," dedi. "Her şey için..."
Yavaşça geri çekilip iki adım geri gittiğimde, bakışlarım, bu kez, Bilge'nin yanında duran Vural'a değdi. Yüzümdeki tebessüm, minnetle daha da genişlerken, "Sizi de tebrik ederim, avukat bey," dedim samimiyetle. Hemen ardından, hevesle, "Ve şimdi," diye ekledim. "Sıra nikâhımızda, değil mi, damat bey?"
Vural, söylediğim şeyin ardından, mesleğini icra ettiği yerde bulunmasından kaynaklanan tüm ciddiyetini kaybedip genişçe gülümsediğinde, benim yüzümdeki tebessüm de, tıpkı onunki gibi büyük bir gülüşe evrilmişti.
Sonra, üzerimde toplanmış dikkatini fark etmişim gibi, bakışlarım biraz uzağımızda, Bilge'nin arkasında duran kişiye değdi.
Can Kozalı'ya...
Karmaşık bir ifadenin yansıdığı gözleri, anlamlandırmak ister gibi üzerimizde gezinirken, gözlerine biraz daha dikkatli baktığımda, hissettiği hayal kırıklığı hızla zihnimin ortasına serildi. Saniyelik bir zaman diliminde kesişen bakışlarımız, bedenimde çarpılmışım hissini uyandırırken, hissettiğim mutluluk da huzursuzluğun hoyrat dalgalarına karışıp gitmişti. Karmaşasının ortasındaki acı, gözlerimin önünden asla gitmezken, uslanmaz bakışlarım yeniden üzerine değdi ve yumruk olmuş olan elini fark ettim. Ardından, bir adım daha geri çekildi ve koridorun merdivene yakın kısmına doğru ilerledi.
Onu hiçbir şekilde anlayamamak, içimi öfkeyle doldururken, aralarında şakalaşan Bilge ve Vural'a odaklanmayı istedim fakat bu kez de, duruşma salonundan çıkan Hasan Acar, tüm dikkatimi üzerine çekti.
Bileklerine takılmış kelepçeyle ve kollarından tutulup yeniden cezaevine götürülecek şu hâliyle, cezaevinde benimle konuşan o güçlü hâli birbiriyle o kadar çelişiyordu ki, canım tüm adaletsizlikler için bir kez daha yandı.
Görünürde, hüküm giymiş bir mahkûmdu.
Görünürün ardındaki gerçeği bilmek, sıkıntılı bir nefes vermeme neden olurken, Hasan Acar'ın bakışları tek tek üzerimizde gezindi. Bilge'den bir türlü koparamadığı hastalıklı bir ifadeyle dolu olan bakışları, bu kez bilmişlik ve acıma ile dolmuş hâliyle benim üzerime çevrildiğinde, bana başıyla küçük bir selam verdi.
Alay eder gibiydi.
Bakışları, Can'ın üzerine değdiğinde ise, yüzünde lakayt bir gülümseme belirdi ve adliyede bulunmamıza rağmen, taşkınlık yapmayı umursamayarak, ona doğru, "Hey, dostum!" diye seslendi. "Yüzünü görmek ne kadar iyi geldi, bilemezsin!"
Hayal kırıklığı, bu kez benimleydi.
Hayal kırıklığına, öfke ve nefret eklendiğinde, her bir uzvum şiddetle titredi.
Aralarındaki ilişkinin bu denli açık, aslında her şeyin bu denli ortada ve görünürde olması, canımı biraz daha yaktığında, nefesim kesilecek sandım. Neresinden tutsam elimde kalacaktı fakat ben yine de tutunmak istiyordum.
Aptallıktı.
Hasan Acar'ın yüzündeki alaylı ifade, anbean büyüyüp genişleyen gülüşüyle şenlenirken, Türkçe söylediği kelimeler, onu iki kolundan tutan jandarmaların yüzünde tuhaf bir ifade oluşmasına neden olmuştu. Onunsa hiçbir şey umurunda değildi, şu saatten sonra gemileri yakmış gibiydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/259283836-288-k388635.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
Roman d'amourDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...