40. MUTLULUK YOLUNDAKİ KARARSIZ ADIMLAR

8.6K 474 164
                                    

Can'ın söylediği şeyin ardından, hissettiğim tek şey, yeryüzündeki tüm acıların üzerime bindirildiğiydi. Ama bu kez, tüm o acıları kabullenmedim, reddettim, olması gerektiği gibi, elimin içiyle geri ittim.

Can Kozalı, yanılıyordu.

İmkânsız değildik, ne olursa olsun, asla imkânsız değildik.

Birlikte olduğumuz sürece, birbirimizi incitebilir ama sonunda affedebilirdik. Birlikte olmayı istediğimiz sürece, kimse bizi birbirimizden alıp götüremezdi. Ve biz, birbirimizde kalmayı başarabilirdik. Susardık gerekirse, birbirimizin kalbini kırmazdık. Unuturduk, silerdik geçmişi, geçmişin izlerini ama birbirimizden kopmazdık.

Biz, bir biz olabilmek için mücadele edersek, yeryüzündeki en güzel biz bile olabilirdik.

Buna inandım ama bu kez yanılmadım.

Ona inandım ve yanılmaktan zerre korkmadım çünkü inanmazsam kaybedeceklerim, inanırsam kaybedeceklerimden fazlaydı; hem de çok fazla, kaybetmeye dayanamayacağım kadar.

Söylediği şeye karşılık, şimdilik yalnızca susmayı yeğlediğimde, oynadığım parmaklarını sıkıca parmaklarıma kenetledim ve başımı kaldırıp, tam gözlerinin içine bakarak, yalnızca bakışlarımla, ona, söylediği şeyin aksini iddia ettim.

Bu kez, bakışlarım, en salt gerçeklikle, asıl duygularımı barındırıyordu.

Ona, kalbimin onu çoktan affettiğini söylemiştim. Onu kalbim affettiyse, ben de affedebilirdim.

Yalanlar, yanlış anlaşılmalar, suskunluklar ve kaçışlar, bizi öylece bitirememeliydi.

Araba, hızla yol almaya devam ederken, derin bir iç çekti ve bakışlarımdaki gerçekliği kavrayabildiğinden sanırım, beni hızla kolunun altına çekti. Kolunun altında, bir an donuklaşsam da, boştaki elimi göğsüne çıkarıp, sarılışına memnuniyetle karşılık verdim ve kontrol edemediğim bir şekilde titrek çıkan sesimle, "Anladın mı?" diye sordum.

Nefesleri saçlarıma değip orada yangınlar çıkarırken, sakin bir sesle, "Neyi?" diye sordu.

Başımı kaldırdım ve hafif bir tebessümle çehresini arşınladım. "İmkânsız olmadığımızı."

Kahve çekirdeklerindeki karmaşayı fark ettim. Uzanıp öpmek istedim ama öpmedim.

Oysa, yüzündeki zoraki tebessümle, "Değil miyiz?" diye sordu.

Sanki imkânsız olmamamız, bizden daha imkânsızdı.

Sorusu, içimi öfkeyle doldururken, ona cevap dahi vermeden, başımı ön tarafa çevirdim ve Kaan'a hitaben, "İleriden sola dön," dedim. "Restaurante Elite'e gideceğiz." Bakışlarımı yeniden Can'a çevirdiğimde, "Güzel bir akşam yemeğine hayır demezsin, değil mi?" diye, hevesle sordum.

Benden hiç beklemediği şey karşısında, gözleri hafifçe kısılırken, şakayla karışık, "Bu bir teklif mi?" diye karşı soru sordu.

Hiç düşünmeden, başımı onaylarcasına salladım. "Senin görevini üstlenerek, seni bir akşam yemeğine davet ettiğim doğru."

Ne yaptığımı bilmiyordum ama doğrusu buydu sanki. Aksi hâlde kaybedecektim.

İkimiz de vazgeçersek, olmazdık.

Bugün eve gidip odama girdiğimde Can'ın gözlerinde gördüğüm o yıkıcı ifadeyi hatırlıyordum. Ellerinin arasında, aylar önce kestiğim saçlarım varken, gözlerindeki yıkılmışlığı ve pişmanlığı görmüştüm. Anlamıştı işte, o saçlara onun yüzünden kıydığımı anlamıştı. Nasıl anlamış olabileceğini bilmesem de, bakışlarındaki o ifadeye bir başka kılıf uyduramıyordum.

KOZ VE KÖZ +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin